Çok şeyi asıl sahibinden ç/alarak ortak kulanıma sunan internet bir anonimleşme alanı olarak da varlığını gösterdi. Ama her şeyden önce herkesin parmağına bir de "Gyges'in Yüzüğü" geçirdi.
Platon, Devlet'in ikinci kitabında bir çoban olan Gyges'in öyküsünü anlatır. Bir deprem neticesinde yarılan yerin içine giren Gyges, orada bir ceset görür ve cesedin parmağındaki yüzüğü alarak yeryüzüne çıkar. Bu, sihirli bir yüzüktür aslında. Parmağındaki yüzükle oynarken kaşı avucuna doğru çevirdiğinde görünmez olduğunu,, kaşı eski haline getirince tekrar görünür olduğunu anlar Gyges. İnanılmaz bir güce sahip olduğunu fark edince yaptığı şey ise saraya girmek, kraliçeyi baştan çıkarmak ve kralı öldürüp yerine geçmek olur. Çünkü o, görünmediği zamanlarda toplumsal ahlakın baskısından kurtulmuş, kendi iç ahlakıyla baş başa kalmıştır. İç ahlakı ise bu kadardır. Nasılsa hiç kimse görmüyor!
İnternete dönersek; Eğer orada kendi gerçek ismimizi değil de bir nick kullanıyorsak parmağımıza Gyges'in yüzüğünü geçirmişiz demektir. Çünkü orada artık görünmezizdir ve bizi sansürleyen bir şey yoktur.. Toplumsal ahlakın baskısı üzerimizden kalkmıştır ve biz kendi içimizdeki ahlak yasası ne kadarsa o kadarızdır. Bu sansürsüzlük hele de otosansürsüzlük panayırında kendi ismimizi koruma altına alarak sanal bir ismin peçesi arkasına gizlendiğimiz andan itibaren hiçbir manevraya mani yoktur. Bir nick arkasına gizlenildiği, gerçek ismin saklandığı, bir başka ifadeyle toplumsal ahlaka bakan tarafın garantiye alındığı sürece internet her şeyi yapmaya olanak veren bir alemdir bu yüzden. Ekran kabadayıları, internet delikanlıları, klavye kahramanları vardır onun. Klavyesi olan konuşur orada. Her Dr. Jekyll'in Mr. Hyde'i orada ortaya çıkar. İçten geçen, dile gelen her şey, arkaya bile bakmadan fütursuzca bırakılıp gidilir ve ertesi sabah üstüne titrenen gerçek isimle gündelik hayata dönülür, işe, okula gidilir. Mesafe! Oysa iç ahlakla dış ahlak arasındaki mesafenin büyümesi ahlaksızlığın ta kendisidir.
İnternetin bir yandan içimizdeki farkında bile olmadığımız ben'leri açığa çıkarırken diğer yandan bizi unutmak istediğimiz yüzümüzle, saklamak istediğimiz kimliğimizle, hatırlamak bile istemediğimiz geçmişimizle de yüz yüze getirir. Orada artık siz kendiniz değil göründüğünüz, algılandığınız sizsinizdir. Sadece şimdiniz değil aynı anda geçmişinizden de mürekkepsinizdir. Üstelik kurtuluşu da yoktur bunun. İnternetin zaman ve mekan kaydından azade tam bir tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan alemi olması, Gyges yüzüğünün tesirini daha da arttırır. Zaman da sıfırlanmıştır, mekan da sıfırdır. Işık hızı, enerji transferi. Tıpkı mahşer gibi. İptali yok. Unutması yok. Affı yok. İhmali yok. Dönüşü yok. Reddi yok. Ne var ne yoksa görünür yüzlerden silinse bile ara yüzlerde, arka yüzlerde, arka odalarda, bir yerlerde depolanır. Gün gelir önünüze dikiliverir. Üstelik görülen kadar gösteren, yani klavyeyi tutan el için de bu böyledir. Onun için internete bir kez adım atınca görünür dosyalar kadar depolama alanlarını, gizli dosyaları ama en fazla da bilinçaltını temiz tutmak gerekir.
İnternetin farklı bir bilinç, yepyeni bir bireysellik, radikal bir zihniyet hali olarak bütün değerleri alt üst ettiği, insanlığın algı tarzını ve değer ölçülerini "yenilediği", iç ahlakı bile yeniden inşa ettiği meselesi yoğun biçimde tartışılan bir gerçek. Tartışmak muafiyetin kapısını açar oysa. Unutmamalı ki mutlak ahlakın tartışması yoktur, o internet içinde geçerlidir. Ve Berat Demirci'nin şu eşsiz cümlesi her bilgisayarın "çatına" asılması gereken bir vecizedir:
"ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH, SANAL ALEMİN DE RABBİDİR."