- BANA BİR İSİM VER, VARLIĞIM OLSUN Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Âdem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi. O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem onunla göz göze geldi. Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi. Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum. Sonra döndü Âdem'e, aklına bir şey gelmişti. Sesi, bengisular gibiydi. Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun. Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun. Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun. Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın. Bir "ile" koy aramıza bizi birbirimize bağlasın. ''LA''
- İçimden güller havalanıyor... İlk bakışta onlardan bir farkın yok.Şimdi garip bir müzeye dönüştürülmüş sarayımızda,sen kimbilir dünyanın hangi köşelerinden gelmiş şu sarı saçlı mavi gözlü yabancı ve hoyrat kalabalığın arasında. Ben senin arkanda. Hiçbir gölgeye yer yok. Bu yabancı kalababalığa benziyorsun ama biliyorum sen 'o'sun.İlk bakışta ona benzemesen de ,böyle firuze salkımıyken gözlerin sen 'o'sun. Bir defa gözlerime baksan,gözlerimiz karşılaşsa bir defa,bir defa gözlerimin içindeki macerayı tüylerin ürpermeden seyredebilsen.Anlayacaksın.Hem beni hem kendini.Bütün macerayı toptan kucaklayarak bana bütün ülkeni açacaksın.Sen benim kim bilir kaç asır hep başkaları tarafından kuşatılmış ve nihayet zorla düşürülmüş kale'm değil misin?
- ne senden bana çırak olur ne benden sana efendi. her taş yerinde ağır, hallerimiz buna mani. ama istersen misafirim ol.
- Çünkü "rağmen", çünkü "amma", çünkü "muamma...
- "Çünkü "rağmen", çünkü "amma", çünkü "muamma..."
- Yaşadığıyla yaşamadığını artık ayrıt edemeyen zihnim tümüyle gerçeğin ortasında...
- Bir acıya tahammül edebilmek ancak ondan daha büyük bir acıyla yüz yüze gelmekle mümkün olabilirmiş, anladım. Şimdi, bir dağın diline emanet ettiğimde bile ölü harfler, yanık kelimeler doğuran bu seyrüseferi, altında ezildiğim her şeyi, bu acıyı unutabilmek için bir diğer acımı diriltmeye uğraşıyorum. Seni unutmak için yaşadıklarımı, yaşadığım şeyi unutmak için de seni hatırlıyorum. Ama mümkün değil, hiçbirini unutamıyorum.
- İlkokula gittiğim yıllarda öğretmenimiz bize Kelime Defteri tuttururdu. Öğrendiğimiz yeni bir kelimeyi ona yazardık. Karşısına da bir veya birkaç cümle. Bu köşedeki edebiyat denemelerimden ekim başında çıkacak bir kitabın adını daha dün Kelime Defteri koyduğumda bu yazıyı yazmak da aklıma geldi. Her yazarın belli kelimeler etrafında döndüğünü biliyordum. O kelimelerin seçilerek yorumlanması yazarın temel izleğini ortaya çıkarabilirdi. Belki benim de etrafında dönüp durduğum elli kadar kelimem vardır. Şimdi ben de onları merak ediyorum, bir de acaba benim fark etmediğim kelimelerim de var mıdır benim? İşte Kelime Defteri?m: Aşk: Ezelden beri aşk olduğu için kelimelerin en başına yazıldı. Ezel Tanışıklığı: Aşkın tanımı. İhanet: Ezeli aşk üçgeni. Akıl ve Kalp: Aklıma yaslansam kalbim, kalbime yaslansam aklım yarı yolda bırakıyor. Acı: Kendimiz için çekersek bizi bencilleştirir. Kendi acımızda bütün evrenin acısını tecrübe edersek olgunlaşırız. Empati: İnsan olmanın ilk şartı. Hayvanlar: Sevmiyorsan da yaşama hakkına saygı göster. Yusuf?u yemeyen kurttan muhacir Masal?a. Yazdıklarımda hep varlar. İnsaniyet: Her türlü davanın üstünde. Siyaset: Tek masumun acı çektiği yerde bütün geçerliğini yitirir. Savaş: Niye? Zaman: Her şey her an yeniden yaşanıyor. An: Her şey an?ın içinde donmuş duruyor. Ölüm: Ölüm sonrasında bir hayat olduğundan, orada tekrar buluşup konuşacağımızdan şurada kalemimin durduğundan emin olduğum kadar eminim. Kadim: Ne güzel kelime. Evrensel: Kadim ile birlikte. Perde: Bu perdenin arkasında ne var ki ömrünü onun önünde muztarib bir ruh gibi dolaşmakla geçiriyorsun? Gölge: Sen bana gölge ben sana gölge. Rabbin nazarında sen gölge ben gölge. Mutlak Hakikat: Bir kez bilince, gidebileceğim kadar eskide aradım. Yusuf: Rüya gerçek olur inşaAllah. Zira Yusuf?un Yusuf?luğu zahir. Leylâ: Bir kadının adı Leylâ değilse, başka ne olabilir ki? Çöl: Çöl ile başlasın mı hikâye? Tabiat: Yabani bir lâvanta çiçeğini saçlarımın arasına taktığımda, beni taşıdığım can hatırına onaracak sesin sahibini de tanıdım. Fıtrat: Tabiatla aynı kaynaktandır. Ruhun ezeli hikâyesi tabiatta kayıtlıdır. Ağaç: Varlığın en kadim tanıkları. İncir, üzüm, nar. Rüzgâr: Ağaçların üzerinden geçerken, ?O benim işte.? Yağmur: Açıklaması yok. Yağmur işte. Irmak: Bir deniz çocuğu olsam da korkarım kaderim ırmak suyuna yazılı. Bir kez konuştu bana ki anlatamam. Dağ: Bizden daha eski, bizden daha fazla bu yerli. Bulut: Ezeli hasretim en fazla bulut ve gül şeklinde geldi. Gül: Gülden bıkılmaz. O her dem yenidenliğin tecrübesidir. Su içmek gibi. Deniz: Denizi ilk kez görür gibi. Karadeniz: Karadeniz?in ayrı bir kimliği var. O yüzden Kelime Defteri?nde denize rağmen Karadeniz var. İçinde Fırtına. Sonbahar: Bu şehre erken geliyor. Tahammül sebebi. Gökler: Yıldızların servilerin tepesine indiği bir gece gökler başımın üzerinde döndüğünde ne yapacağımı bilemedimdi. Yıldız: Suya yakamoz bırakan ve her hikâyemde bir görünüp bir kaybolan mavi bir yıldız var. Bahçe: Bir avuç kuş gülü. Bir demet sarı düğün çiçeği. Filbahri: Ruhlar henüz cennetli iken benim ruhuma bir filbahri dalı gösterilmiş olmalı. Sardunya: Ağustos sabahında kokusunu saldığında. Siyah: Âh, günah, simsiyah. Âh: Günahla, siyahla, Allah?la kafiyeli. Mor: Mürekkep. Seyahat: Evliya Çelebi gibi bir rüya görsem ben de. Şefaati unutmasam ama seyahat de dilesem. Yol: Hangi yol götürür? Hangi yol yarı yolda bırakmaz? Anna Karenina: Edebiyatçı yanımla bütün ömrümü Anna Karenina?yı okumaya ve anlamaya hasredebilirim. Dostoyevski: Eserinden çok hayatı. Rus Edebiyatı: Edebiyatın kumaşı dağıtılırken Rusların payına roman düşmüş olmalı. Fuzuli: İstanbul merkezli bir şiirin İstanbul?u görmemiş şah şairi. Yazı: Hayatımın merkezinde duran şey yazıdır, yazarlık değil. Dil: Dile dökemediğim şeyin acısı katlanılmaz. İsim: İsimleri varlıkları beyanındadır. İsmi varsa kendi vardır. Kelime: Kelime acıtır. Tene değer ve keser. Nokta: Be?nin altındaysa. Sayfa: Bitti. Oysa benim daha çok kelimem kaldı. Su gibi. Ateş gibi.
- "Mucize, kapılarını ancak kendisine inananlara açar..."
- Ben, bu hikâyeden sessiz sedasız nasıl çıkıp gideceğim?