- Ben uydurdum bütün bu hikâyeleri. Ama size şunu söylüyorum ki: Daha yüksekte duran bir gerçeği işaret etmek için bunca hikâye uydurdum. Demek istediğim. hepsi yalanken anlattıklarımın. anne kalbinde bir çocuk yokluğunun işaret ettiği acı yalan değildi. Yalan değildi eşi zalim avcı tarafından vurulan turnanın zaruri ölümü. Yalan değildi kemalin arkasından zevalin geldiği. Olgunlaşan her şeyin sonunda bozulduğu. Bir şey bozulurken onunla birlikte başka şeylerin de bozulduğu. Yalan değildi devletlerin insanlar gibi. aşkların da devletler gibi ömürleri olduğu. mahiyeti safiyet olan aşkı en çok karanlıkların boğduğu. Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu. Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken. diğerinin. sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu. Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler âleminde nâ-mümkün olduğu. Yalan değildi güzel kokunun ezel hatırasını taşıdığı. Yalan değildi bazı şeylerin hep bir şeyle bir şey arasında bir ürperti gibi asılı durduğu. Günahı ve ihaneti bu dünyada su öbür dünyada ateş arıtacakken. suyla arınmayan âşık kalbinin ancak ateşle durulduğu. Belki de bu yüzden bir büyük yangının koptuğu. Bir ocağın; kelâma mecbur çileden yenik elemden ibaret bir kalpten kopa gelen yangınla tutuşup kül olduğu. Hikâyelerine ayrılarak anlatılmış bir romanda son kez yemin ediyorum ki: Vallahi yalan değildi!
- ?Çünkü aklın yolu bir,kalbin zulme isyanı aynıdır.?
- ?Kelamına bu ateş dilini bahşeden kader aklına biraz fazla dokunmuştu.Kıt değildi aklı haşa!Hatta fazlaydı bile .Ama işte o fazlalık her türlü aşırılık gibi bir denge kaybına mizan kaymasına yol açmıştı besbelli.?
- ?Dudaklarının kenarına hüzünlü fakat dünyanın bütününü kuşatacak kadar derin bir tebessüm takılmış,aynı şefkatli hüzün gözlerinde de yuvalanmıştı.?
- ?Senin geldiğin yöne ben,benim geldiğim yöne sen diyorum içimden.hiçbirimizin kökleri kendi toprağında değil yani.?
- Ağırlığınca kalbe çöken siyah gece yerini sabahın tülüne bıraktığında, ağabeyleri, kuyunun karanlığına terk ettikleri Yûsuf'u merak ettiler.Yakub'un, adı artık Neş'eler Evi olmacak olan evi ile kuyu arasındaki kumlara bir gün önce bıraktıkları ayak izlerinin üzerinden geçerek, bir katil nasıl dönüp dolaşıp kurbanına ölümü gösterdiği yeri görmeye gelirse öylece kuyunun yakınına geldiler. . . .
- ?Anladım ki aidiyet ,kan bağından önce gelen bir şeydir.O da aynı toprak üzerinde ortak bir geçmişle kurulabilir.?
- Yûsuf, yazdı Züleyha, sayfanin ortasina.Hâlâ hitaptaydı kalemi, bir satır ileri geçemedi. Bir satır ileri geçsem hitaptan, dedi, yanacağım.Ses verdi icinden bir ses:Yan o zaman, yan o zaman! Züleyha devam etti: Ah benim Yûsuf'um, âh benim, âh/senim, dedi, başka bir şey diyemedi.
- ?Yol boyunca takatim yoktu,dünya kelamı duymak da istemedim.Sadece batan güneşe,ışığa ,gölgeye,buğday tarlalarına ve rüzgara tahammül edebildim.?
- ?En ufak bir taşkınlık,abartılı bir çığlık yoktu ortada,hıçkırıklar tutulmuştu.Sadece kederli iç çekişleri duyuluyor,basyırılmış bütün duyguların ,çığlıkların yerini tutan gözyaşları yanaklardan süzülüp duruyordu.? Nar Ağacı-Nazan Bekiroğlu