- Çocukluk başlı başına bir memlekettir, hatta sılasıdır insanın. Büyüdükçe sıla özlemimiz artar, hayat giderek gurbetleşir. Sanki ne yaşarsak yaşayalım hep gurbetteyizdir. Büyümek, gurbete çıkmaktır. Bir çocuğun yaşamla ilişkisini, doğayla olan ilişkisine benzetirler. Başlangıçta doğanın, çocuk için bir gerilim unsuru olmadığı, insanın doğayla kendisi arasındaki gerilimi büyüdükçe kazandığı söylenir. Çocukken zaten doğanın bir parçasıymış gibi yaşarız. Sonra parçalanma başlar, kendi içinde ve her şeyle... Belki de bunun için herkes çocukluğunu anlatmak ister birilerine. Bir zamanlar bizim olan bir sılayı, bir zamanlar parçası olduğumuz doğayı, suyun içinde yaşayıp da deryanın farkına varmayan balık örneğinde olduğu gibi, bir zamanlar som bir bütünlük içinde yaşadığımız için ayrı bir ad verme gereği bile duymadığımız o saf hayatı ?anlatarak? yeniden ele geçirmek isteriz. Anlatmak ikinci hayattır.
- Yazı?nın kendisi, her zaman gerçekleştiremese de bir ödeşme vaat eder. Yazarak çocukluğumuza dönme isteğinde, orada yıllar yılı bizden saklanmış bir hakikati bulma ümidi vardır, sanki o hakikati bulmak ömrümüzün geri kalanını daha kolay yaşamamızı sağlayacak, bizim için hayatı ve kendimizi anlamayı kolaylaştıracaktır.
- İnsan çocukken yaptığı bir şeyi büyüdüğünde tekrarlarken, ondan aynı zevki aldığını anladığı anda mutlu olur.
- İnsan bazen kendi anıları karşısında ruhu güçlenene kadar aralıksız yazmak ister, kendi varlığını yeniden kazanmak arzusudur bu. Bazen de kendisini üzen hatıraları yumuşatmak için yazar. Çocukluktan kalma içindeki vahşi sancı böylelikle ehlileşsin ister. İçine söz geçirmek ister. Yalnızca bir zamanlar yaşananları hatırlayıp ışıtmak için değil, kimi zaman ruhunda çalkalanan o karmaşık süreci, kendisine rahatsızlık veren bir gerçekliği yatıştırmak için de...
- Anların, anıların en derin katmanlarına kulak kabarttığımızda duyduğumuz sesler, burnumuzu sızlatan kokular, gözümüzün önüne düşen buğulu resimler... ve içimizi yakan o derin anlatma ihtiyacı... Hatta ileride belki bizi hayalperest, yalancı, masalcı, yazar, oyuncu, sanatçı yapacak olan anlatacak hiçbir şeyin olmadığı durumlarda bile ille de anlatacak bir şeyler uydurma ihtiyacı...
- Büyüklerimiz bazı geçmiş olayları anlatırken, ?O zamanlar sen çok küçüktün, hatırlamazsın,? derler bize. Gördüğümüz şeyleri anlamayacak kadar küçük olabiliriz, ama bu bizde bıraktığı izleri anımsamamıza engel değildir.
- Yazılı ya da yazısız geçmişe yapılan her yolculukta kendi büyüme işaretlerinizi ararsınız. Kendimizi ve yaşadıklarımızı çözmek için harcadığımız onca çabaya karşın, bir yanımız derinden derine bilir ki, ne denli ardına düşüp izini sürsek de hayatımızda çözülmemiş hiçbir muamma kalmaması isteği beyhudedir. İnsanoğlu öncelikle kendisi için bir bilmecedir ve her insan yaşarken çözemediği bilmecelerini ölürken de yanı sıra götürür.
- Her anı kitabı yedeğinde ?Hayat nedir?? sorusunu taşır. Ne de olsa çocukluk karar verir içimizdeki pek çok şeye, hayatsa bu ?pek çok şeyi? bizim için her seferinde yeniden tartışmaya açar.
- Bir çocuğun kalbinin ne zaman kırıldığını büyükleri çoğu kez bilemez, ne kadar derinden kırılmış olduğunu da kendisi... Bunu ?hissettiği? şimşek çakımı kısa anlar yaşar belki, ama ?bilmesi? yıllar alır. Yalnızca insanlar büyür, yaralar büyümez, yaralar çocuk kalır...
- Bazen çocukluğuna ağlarken kağıt mendil istemez insan; babasının beyaz mendilini arar gözleri. Babam öldükten sonra ondan kalanlar arasında bir beyaz mendildir sakladığım. Şimdiki kuşaklar bilmez, biz çocukken yıkanıp ütülendikten sonra özenle katlanıp cebimize konan beyaz mendilleri... Bayramlarda, seyranlarda çocuklara mendil armağan etmek de eski, hoş bir gelenekti.