- Bu insanlar da kendilerini kentteki herkesten üstün görüyorlardı. Bütün görgü kurallarını bildiklerini ileri sürüyor ve bu kurallara göre de herkesi yerden yere vuruyor, herkese tepeden bakıyorlardı. Onlara, başkalarını yargılama hakkı veren bu kurallardan nefret etmeye başladım. Bu kuralları çiğnemekten zevk duyuyordum.
- Kitap oku, gereksinim duyduğun her şeyi kitaplarda bulacaksın. Ama ciddi kitaplar olmalı.
- Bende böylesine tiksinti uyandıran bu acı durum nasıl olup da onları güldürüp neşelendiriyordu?
- Bir şey açık seçik ortadaydı: İnsanın gönlünce yaşamasını önleyen iki 'güç' vardı ki, bunlar Tanrı ve insanlardı.
- Bir insanın gerçekten ne düşündüğü nasıl sorulabilirdi? Benim kanımca bu olanaksızdı; bir insan aynı zamanda birçok değişik şey düşünürdü; çevresinde o anda görüverdiği her şeyi, dün gördüğü bir şeyi, hatta bir yıl önceki bir şeyi düşünebilirdi. Bütün bunlar birbirine karışır, ele geçmez bir şekilde uçuşur, oynaşır ve zaman içinde değişirdi.
- Ama yine de, kitaplarda geçen karmakarışık işlerin ilginçliğine karşın, bütün o olayların farkındalığına, ülkelerin ve kentlerin çekiciliğine karşın, bu öykülerde aslında hep aynı konudan söz edildiğini çok geçmeden anladım: Kötü insanların ezdiği iyi insanlar mutsuzdu; kötü insanlar ise, mutlu ve daha akıllıydı. Ama ne oluyorsa oluyor, eninde sonunda kötüler yeniliyor, iyiler zafer kazanıyordu.
- Gerçekten de, şiirler bana yeni bir yaşamı muştuluyordu. Okuyabilmek ne büyük mutluluktu!
- İnsanlar konusundaki çok sevdikleri acımasız yargıların gerçek değerini iyi biliyordum. Başkalarının kusurlarını dikkatle gözlemlemek, hiç kuşku yok ki, bedava yararlanılabilecek tek eğlenceydi.
- Eğer bir insan saygıdeğer bir biçimde yaşıyorsa ona kızıyorlar, onu kıskanıyorlar. Eğer öyle yaşamazsa, o zaman da adam yerine koymuyorlar.
- Okumuş olduğum kitaplardan, hedeflerine varmakta sonuna kadar ayak direyen insanlara saygı göstermeyi, ruhsal dayanıklılığa ve sebatkarlığa değer vermeyi öğrenmiştim.