- Ben bir korkaktım ama bu benim bileceğim işti. Elbette korkağım, kendimle konuşuyorum, elbette korkağım, ama sen cesur ol, seni ahmak, sen cesur ol ve o koca binaların önünden geç. Öldürecekler seni. Bugün, yarın, haftaya, önümüzdeki yıl, er ya da geç seni öldürecekler ama beni asla.
- "Bazen bir fikir zararsızca odada uçuşuverirdi. Minik, beyaz bir kuş gibi. Kötü değildi niyeti. Tek isteği bana yardımcı olmaktı zavallı kuşun. Ama onu daktilonun tuşları ile örseler, canına okurdum ve ellerimde ölürdü."
- Derin kar tabakasını tekmeleye tekmeleye ilerliyordu. Bezgindi. Adı Svevo Bandini'ydi. ve sokağın iki blok aşağısında oturuyordu. Üşümüştü, ayakkabılarının altı delikti. Daha o sabah ayakkabılarının altındaki delikleri makarna kutusundan kopardığı karton parçalarıyla içeriden kapatmıştı. Makarna kutusunun içindeki makarnaların parasını ödememişti. Karton parçalarını ayakkabılarının içine yerleştirirken aklından geçirmişti bunu . Nefret ediyordu kardan. Duvarcı ustasıydı ve kar, tuğlaların arasına sürdüğü harcın donması demekti. Evinin yolunu tutmuştu, ama ne manası vardı eve gitmenin? İtalya'da, Abruzzi'de küçük bir çocukken de nefret etmişti kardan. GÜNEŞ YOK, İŞ DE YOK. 5
- Amerika' ya gelmek istememiş, ama babam ona başka seçim bırakmamıştı. Yoksulluk Abruzzi' de de vardı, ama elden ele geçirilen ekmek gibi paylaşılan tatlı bir yoksulluktu oradaki. Ölüm de paylaşılırdı, elem de, mutluluk da; tek bir insan gibiydi Torricella Peligna kasabası. Babaannem bedenden kopmuş bir parmak gibiydi ve bu yeni dünyadaki hiçbir şey yalnızlığını dindiremezdi. (Sf: 14,15 - Parantez Yay. - 2. Baskı)
- Karanlıkta iki farklı dünyada yan yana yatarken hayal ettim onları, aynı yemliği paylaşan horozla tavuk misali. Karı ve koca, yan yana, çukurlaşmış şiltede oluşmuş iki yuvada; ama ölü bir evlilikten arta kalanla ayrık. (Sf: 28 - Parantez Yay. - 2. Baskı)
- Başımı kaldırıp baktım. Gördüğüme benzer bir şey görmemiştim o güne kadar. O kıç, altın renginde iki yuvarlak ekmek somunu, aralarında da nefes kesici bir yarık ve çalıyı andıran kıllar. Hayatım boyunca oranın can sıkıcı iticiliğinden şikayet edip kafa patlatmıştım, çünkü o güne kadar annemin teyzelerimin eteklerinin altından görmüşlüğüm vardı sadece; fare yuvası kadar şaşırtıcı, elektrik süpürgesinin topladığı toz tabakası kadar kasvet verici, iğrenç ama gerekli, her erkeğin bir gün yüzleşmesi kaçınılmaz olan şey. Tevekkeli değil saklıyorlardı kadınlar. Tevekkeli değil ona bakmak, onu arzulamak günahtı; hele evli değilsen girmek günahların en büyüğüydü (Sf: 40 - Parantez Yay. - 2. Baskı)
- Sonra mutfağa girdim. Dorothy yumurtaları kırıp bir çanağın içine boşaltıyordu. Beyzi şeylerin beyaz parmaklarının arasından kırılışını, sarılarının çanağa dökülüşünü seyretmek bile içimde küçük patlamalar yarattı. Bir çatal alıp yumurtaları çırptı, çanağın içi saçının sarısına dönüştü ve baldırlarım titredi. Karışıma biraz krema kattı, kremanın o ipek gibi akışı beni bitirdi. ''Dorothy Parrish seni seviyorum,'' demek geldi içimde; onu kollarıma almak, yumurta çanağını havaya kaldırıp başlarımızdan aşağı dökmek; kırmızı fayansların üzerinde, o sarı aşkın içinde iki yılan gibi yuvarlanmak, kıvrılmak, sürünmek. (Sf: 71 - Parantez Yay. - 2. Baskı)
- Uzun boynuna baktım, sarı saçlarına, endamına; ve ağlamaya başladım, çünkü Dorothy Parrish hiçbir zaman benim olmayacaktı, kökleri Torricella Peligna' ya uzanan hiç kimse Doroth Parrish gibi bir kıza sahip olamazdı, bin yıl geçse de; dünyada bir başka erkek olduğu sürece asla. (Sf: 76 - Parantez Yay. - 2. Baskı)
- Aşk her şey demek değildi. Kadınlar her şey demek değildi. Bir yazar enerjisini korumak zorundaydı.
- Yapamazdım, bir kadınla birlikte olup başka bir kadına duyduğum hayranlıktan söz edemezdim.