- Zaman kısa,son saatimiz yakın...
- Aşinaydım onun dertli ruhuna,acıyordum ona.Yalnızdı ,kökleri sarkıyordu yabancı topraklarda.
- ...,yalnızlık onu da damgalamıştı,tanımlanamaz bir yabancıydı;tam İtalyan değil,Amerikalı hiç değil,edilgen bir uyumsuz.
- Biliyordum. Söylemeye dili varmıyordu;babamın ona ihanet ettiğinden şüphe ediyordu.Fazlasıyla duygusal bir kanıydı bizim için -yaşlı babamız,dört çocuk babası,hayatını istekayla kazanmaya çalışan işsiz bir duvarcı ustası;başka kadınla uğraşacak hali mi vardı adamın? Aslına bakarsanız , pek sevmezdi kadınları babam.Kendi annesini bile,karısını çok sevmediğine şüphe yoktu zaten...
- "-O böyle,onu değiştiremezsin. -Değişecek.Günün birinde işe Tanrı karışacak,göreceksin."
- Dua ! Ah o dualar ! Ah bir çift ayakkabı gibi küçük bir iyilik,ya da topu daha hızlı atabilmek için boyumun on santim uzaması gibi küçük mucizeler için o hiçliğe uzanış. Yıllar dolusu dua-peki sonuç?
- Onu ilk kez üç yıl önce,babasının nalbur dükkanında çalıştığı yaz görmüştüm.O günden beri onun özlemiyle yanıyordum. Tüylerim ürperiyor hatırladıkça...
- "Merhaba "dedi gülümseyerek. Tennyson'ın bütün sözcüklerinden daha anlamlıydı dudaklarından dökülen o sözcük. Tanrım nereden bulmuştu bu kadar güzel bir sözcüğü ? Ne kadar yaratıcı ,ne kadar zekiydi !
- Onun için ne kadar korkunç olduğunu düşündüm,ama babama da acıdım.Annem kurban olmuştu bu işte sadece,babam ise hem kurban hem de hain.
- "-Yalancıydı. -Gururluydu ,bu yüzden yalan söyledi. -Yalancının gururu olur mu ?"