- Sözcükler gizli anlamı ele geçirmeye elverişli şeyler değildir, her zaman biraz değişik gösterirler bu anlamı, biraz çarpıtır, biraz aptalca bir kimlikle donatırlar. Evet bu kadarı da iyidir yine, bir kimsedeki hazine ve bilgeliğin bir başkasına budalalık gibi görünmesine de doğrusu bir itirazım yoktur.
- ölümümü erken oldu çok,
ezgiler söyleyin kızlar bana,
bir veda ezgisi söyleyin.
yeniden gelirsem dünyaya,
yeniden gelirsem bir gün,
yakışıklı bir delikanlıyım, bilin. - Tanrıyı iş başında gördüm, mutlu acılar çektim, bundan böyle dünyada hiçbir şeye karşı kendimi savunmaz oldum, bundan böyle hiçbir şeyden korkup çekinmedim, peki dedim her şeye gönlümün kapılarını her şeye açtım.
- Evet, geride kalmıştı hepsi, kadeh içilip boşaltılmış, onu yeniden dolduran çıkmamıştı. Yazıklanılacak bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak gerekiyordu. Yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim, sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar sunmuş, ne beni fazla sarmış bu sayısız saatler ve günlerdi.
- Yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük.
- Senin hoşuna gidiyor, senin için bir değer taşıyorsam, senin için bir ayna oluşturuyorum da ondan; içimde bir şey var, sana yanıt veriyor, seni anlıyor...
- Doğrusu onun aradığım kişi olduğundan kuşku duymaya başlamıştım. Düş kırıklığına uğramış, yürüdüm; nereye gittiğimi bilmiyordum, ne bir hedef vardı önümde, ne uğrunda çaba harcayacağım birşey ne de bir ödev. İğrenç bir tadı vardı yaşamın, içimde epeydir biriken tiksintinin doruk noktasına ulaştığını duyumsuyordum, yaşam beni içinden kusup atmıştı. Hışımla gri kentin içinde seğirtiyordum, sanki herşey ıslak toprak ve cenaze alayı kokuyordu.
Evet, benim mezarımın başında cübbeleri ve duygusal hristiyan kardeşler sözleriyle o leş kargalarından hiçbiri bulunmayacaktı! Ah, nereye baksam, düşüncelerimi nereye yöneltsem, hiçbir yerde beni bekleyen bir sevinç, bana yollanmış bir çağrı, beni kendine çekecek birşey yoktu. Herşeye kokuşmuş bir kullanılmışlığın, kokuşmuş yarı memnunlukların pis kokusu sinmişti; herşey eskimiş, sararıp solmuştu, gri, peltemsi, tükenmiş durumdaydı herşey.
Aziz Tanrım, nasıl olabildi bu? Nasıl bu hâllere düştüm ben? Kanatlanmış uçan benim gibi bir genç, bir yazar, sanat perilerinin bir dostu, dünyayı gezip dolaşmış bir kişi, benim gibi ateşli bir idealist? Nasıl da bu feci durum usuldan usuldan, sinsice gelip çullanmıştı üzerime, kendime ve herkese karşı bu nefret, tüm duygulardaki bu tıkanıklık, bu koyu, bu lanet olası bezginlik, yürekteki boşluğun ve umarsızlığın bu pis cehennemi? - Söz dinlemek, yemek içmek gibidir. Kim uzun süre böyle bir şeyden yoksun kalmışsa, onun için bundan değerli şey yoktur.
- Kendisini boğacak gibi olan korkudan ancak kendisini sigaya çekip eleştirmeye son vermesi, yaralarını, içindeki eski yaraları deşmeye kalkmaması durumunda yakasını kurtarabileceğini biliyordu artık. Biliyordu ki insana acı veren, budalaca, kötü herşey tersine dönüşebilirdi, yeter ki Tanrı olarak algılanabilsin hepsi, yeter ki en dipteki kökleri, tüm acı ve tatlının, tüm iyi ve kötünün hayli ötesine uzanan kökleri aranıp bulunmaya çalışılsındı. Klein biliyordu bunu. Biliyor, ama elinden bir şey gelmiyordu, içinde kötü ruh başkaldırmıştı, Tanrı yine bir sözcük olup çıkmıştı çünkü, güzel ve uzak bir sözcük. Kendinden nefret ediyor, kendini aşağılıyordu. Ve bu nefret zamanı gelince, sevgi ve güvende bazen karşılaştığı gibi onun isteğine bakmadan, önüne geçilmez, gelip çullanıyordu üzerine. Dönüp dolaşıp Tanrının lütuf ve keremini yaşayacak, dönüp dolaşıp bunun karşıtını yaşayacaktı. Asla yaşamı kendi isteminin belirlediği yönü izlemeyecekti. Bir oyun topu, suda yüzen bir mantar gibi aralıksız sağa sola savrulacaktı. Ta ki bir an gelip sona ersin oyun, bir dalga üzerine devrilip onu altına alsın, ölüm ya da cinnet ona kucak açsın. Ah, keşke bir an önce gerçekleşseydi bu!
Hanidir işte öylesine acı bir şekilde aşinası bulunduğu düşünceler dönüp geldi yeniden, yararsız kaygı ve tasalar, işe yaramaz korkular, saçmalığını görmenin bir başka eziyet oluşturduğu işe yaramaz özsuçlamalar. - Dünya ilerde nasıl bir seyir izlerse izlesin seni şifaya kavuşturacak hekimi ve yardımcıyı, bir geleceği ve seni yeni atılımlara itecek gücü her zaman yalnız kendi içinde bulacaksın, senin o zavallı, kendisine hep kötü davranılmış, esnek, asla yok edilemeyecek ruhunda.
Bu ruhta ne bilgi vardır, ne bir yargı, ne bir program. Yalnızca itici güce, yalnızca geleceğe, yalnızca duyguya açıktır kapısı. Büyük ermişler ve vaizler hep onun peşinden gitmiştir, kahramanlar ve sabredenler peşinden gitmiş, büyük kumandanlar ve kâşifler, büyük büyücüler ve sanatçılar, yürüdükleri yol günlük yaşamın içinde başlayıp mutlu yücelerde son bulan bütün kişiler peşinden gitmiştir. Para babaları ise daha değişik bir yol izler ve sanatoryumlarda noktalanır yol.
Savaşları karıncalar da yapar, devletleri arılar da kurar, servet ve zenginliğe hamster da sahip olabilir. Ama senin ruhunun izleyeceği yol başkadır, ruhunun hakkı yendi de onun zarar görmesi pahasına başarılara kavuşacak oldun mu, mutluluk çiçeklerini asla koklayamazsın. Çünkü "mutluluk" denen şeyi ancak ruh duyumsayabilir, ne akıl, ne karın, ne kafa ne de para cüzdanı.
Ne var ki, bu konuda fazla düşünmen ve konuşman gerekmeden, bütün bu düşünceleri çoktan sonuna kadar düşünmüş ve dile getirmiş söz çıkagelir aklına. Pek çok zaman önce konuşulmuş bir sözdür bu; insan ağzından çıkmış, zamanüstü, hiç eskimeyen üç beş sözden biridir: "Bütün dünyayı ele geçirmişsin de ruhun zarar görmüş bundan, neye yarar?"