- - Hayır Hermine, öyle değil. O zamanlar, ne yalan söyleyeyim, pek mutsuzdum. Ama aptalca bir mutsuzluktu bu, kısır bir mutsuzluk.
- Neden?
- Çünkü aptalca olmasaydı, ölümden o kadar korkmam gerekmezdi, oysa gerçekten özlediğim şeydi ölüm! Benim gereksindiğim, benim aradığım bir başka mutsuzluktur; tutkuyla acı çekmemi ve hazla ölmemi sağlayacak bir mutsuzluk. Benim istediğim böyle bir mutsuzluktur ya da mutluluktur işte. - Ne bir tiyatroda ne de bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum; elime bir gazete ya da çağdaş bir kitap alıp okuduğum seyrek oluyor. Tıklım tıklım trenler ve otellerde, bunaltıcı ve sırnaşık bir müziğin çaldığı hınca hınç kafeteryalarda, zarif ve lüks kentlerin barları ve varyetelerinde, dünyayı gezen sergilerde, geçit törenlerinde, bilgiye susamış kimseler için düzenlenen konferanslarda ve kocamana stadlarda insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir aklım almıyor bir türlü.
İstesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. Öte yandan, benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapılarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. Yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor.
Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu Amerikalılaşmış bu insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan. - Dostlardan yana hiç sıkıntı çekmemişti şimdiye kadar, yöredeki hemen her kasabada kendisini güler yüzle karşılayıp evinde misafir edecek bir ahbap bulması işten değildi.
Ama acayip derecede gururlu biriydi Knulp; öylesine gururluydu ki, bir dostunun bir lütfunu kabullenmesi, o dostunun kendisini onurlandırılmış hissetmesine yetiyordu. - Az önce Oskar ayrılmıştı benden ve biliyordum ki, şimdi eve gidiyordu, geniş ve rahattı, şen bir ıslık oturtmuştu dudaklarına, hiçbir önseziyle ruhu kasvete boğulmamıştı.
Yolda hizmetçilere ve fabrika işçilerine rastlayıp da, onların bilmecemsi, belki o toz kondurulamayacak, belki yüz kızartıcı yaşamlarını gördü mü, buna ne bir gizem, ne olağanüstü bir sır, ne bir tehlike, ne de vahşi ve sürükleyici bir şey gözüyle bakıyor, suyla karşılaşmış ördek gibi bunu enikonu doğal ve tanıdık buluyordu.
Evet, böyleydi durum.
Oysa ben hep dışarıdaydım, hep kıyıda kenarda kalacaktım; tek başıma, güven duygusundan uzak, içi sezgilerle dolu ve bir kesinlikten yoksun yaşayıp gidecektim hep. - Yaşam bir hesap sorunu değil, bir matematik formülü değildir, bir mucizedir.
Ömrüm boyunca da bu özelliğini yitirmemiştir; her şey dönüp dolaşıp yeniden çıkmıştır karşıma, aynı sıkıntılar, aynı sevinçler, aynı ayartılar.
Her zaman başımı aynı taşlara vurmuşumdur, aynı devlerle savaşmış, aynı kelebeklerin peşinde koşmuşumdur, aynı konum ve durumlar tekrarlanmış, öyleyken karşımda hep yeni bir oyun bulmuşumdur, yine her zaman güzel, yine her zaman tehlikeli, her zaman heyecan verici.
Binlerce kez taşkın davranışlarda bulundum, binlerce kez ölesiye yorgun düştüm, binlerce kez çocuk oldum, binlerce kez yaşlı ve serinkanlı ve hiçbiri uzun sürmedi, her şey dönüp dolaştı çıktı karşıma ama hiçbir zaman öncekinin aynısı değildi. - Oysa şimdi bu eski ahbabım ve dostumun bulunduğu yerde bir boşluk göze çarpıyordu; küçük dünyamda bir çatlak belirmişti ve karanlık, ölüm ve dehşet gözlerini dikmiş, bu çatlaktan içeri bakıyordu.
(...)
Bundan böyle ne bir dal, ne bir meyve koparabilecektim ağaçtan, bundan böyle dallarından birinin özgün ve fantastik mimarisini resme geçirmeye çalışmayacak, sıcak yaz öğlenlerinde merdiven inip çıkarken onun yanına uğrayarak ince gölgesinde bir an soluklanamayacaktım.
(...)
Yazık, ağaçlara bel bağlamaya gelmiyor artık, onlar da insanın elinden kayıp gidebiliyor, onlar da seni beni düşünmeden bu dünyadan göçebiliyor, insanı yüzüstü bırakıp o koyu karanlığa dalarak gözden kaybolabiliyorlar! - Kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. Yumurta dünyadır.
Doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır.
Kuş Tanrı'ya doğru uçuyor. Tanrı'nın adı Abraxas'tır. - Dünya benim gibilerine gereksinim duymuyor, kendilerine daha iyi bir yer buyur edip vermiyor, önlerine daha yüce ödevler çıkarmıyorsa, böyle helak olup giderlerdi işte.
Bundan doğacak zararı dünya çeksindi artık. - Bu gibi sorun ve yakınmalarda içine düşülen hata, belki de kendimizin, kendi özverimizle kendi içimizde ele geçirebileceğimiz bir şeyin dışarıdan bize armağan olarak verilmesini beklememizdir.
İsteriz ki yaşam anlam taşısın; ne var ki yaşam ancak bizim kendisine verebileceğimiz kadar bir anlam taşır.
Bireyler bunun tam olarak üstesinden gelemedikleri için, sorun dinler ve felsefelerde insanların içini rahatlatacak gibi çözümlenmeye çalışılmıştır. - Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki!
Öldürme eylemini yalnızca o aptal savaşlarda, devrimlerin budalaca sokak çatışmalarında gerçekleştirmiyoruz.
Çünkü adım başı bu cinayeti işliyoruz.
Yetenekli gençleri çaresizlik içinde bırakıp kendileri için uygun sayılmayacak meslekler edinmeye zorlayarak öldürüyoruz.
Yoksulluklar, çaresizlikler, yüz kızartıcı durumlar karşısında gözlerimizi yumarak öldürüyoruz.
Toplum, devlet, okul ve kilisede ömrünü tamamlamış uygulamalara kararlı bir biçimde sırt çevirecekken, rahatımızı gözetip bunlara istifimizi bozmadan seyirci kalarak, riyakarlığa sapıp onaylar tavır takınarak öldürme eylemini gerçekleştiriyoruz.