- Çokluk pek mutsuzdu
Bozkırkurdu, bu yadsınamaz; öte yandan başkalarını da mutsuzluğa
sürükleyebiliyordu ve bunlar onun sevdiği ve onu seven kişiler oluyordu,
çünkü Bozkırkurdu'nu sevenler onun yalnızca bir yönünü görüyordu.
Bazıları kendisine başkalarına benzemeyen, kibar, zeki bir
insan gözüyle bakıp seviyorsa da, sonradan dehşete kapılıp düş kırıklığına
uğruyorlardı, çünkü ansızın onun içinde bir kurdun yaşadığını
anlıyorlardı. Bunu da anlamaları gerekiyordu; çünkü Harry herkes
gibi bir bütün olarak sevilmek istiyor, dolayısıyla içindeki kurdu başkalarının
gözlerinden kaçırmak elinden gelmiyor ya da içinde böyle
bir kurdu barındırdığını yalanlayamıyordu. Ama öyle kimseler de
vardı ki, özellikle ondaki kurda, ondaki özgürlüğe, vahşiliğe, ele avuca
sığmazlığa, tehlikeliliğe ve güçlülüğe gönül veriyor, ne var ki vahşi,
azılı kurdun aynı zamanda bir insan olduğunu, içinin iyilik ve sevecenlik
özlemiyle dolup taştığını, üstelik Mozart'ı dinleyip şiirler okuduğunu
ve ruhunda insan idealleri yaşattığını öğrenir öğrenmez, alabildiğine
düş kırıklığına uğrayıp kendilerini yürekler acısı bir durumda
hissediyorlardı. Düş kırıklığı ve öfke herkesten çok bu kişilerde büyüktü.
Böylece Bozkırkurdu, çift kişiliğini ve bölünmüşlüğünü, düşüp
kalktığı kişilerin yazgıları içerisine de aktarıyordu. - böyle harıl
harıl konuşurken harcadığım çabaya hanidir alışık olmayan çenelerim
ağrımaya başlamıştı. - Bu arada şu düşünce geçti aklımdan: Ben nasıl
şimdi giyiniyor, evden çıkıp profesörü ziyaret ediyor, onunla az
çok yapmacık nazik sözlerle konuşuyor ve bütün bunları doğrusu
gönülsüz yapıyorsam, insanların çoğu da her Allahın günü,
her saat kendilerini zorlayarak, bir gönülsüzlükle böyle
davranıyor, böyle yaşıyor, onu bunu ziyaret ediyor, onunla bununla
söyleşiyor, dairelerinde, bürolarında oturup mesai saatinin
bitmesini bekliyordu; hepsi de zoraki, otomatik olarak, gönülsüz
görülen işlerdi, makineler tarafından da pekâlâ yapılabilecek
ya da yapılmadan kalabilecek işler. Ve ardı arkası kesilmeksizin
sürüp giden mekanikliktir ki, onları benim gibi kendi
yaşamlarını eleştirmekten, bu yaşamın aptallığını ve sığlığını,
iğrenç şekilde sırıtan ne idüğü belirsizliğini, umarsız hüznünü
ve kofluğunu görüp duyumsamaktan alıkoyuyordu. - Bu akıllı ve gizemli kız kim olursa olsun, aramızdaki
ilişki nasıl kurulmuş bulunursa bulunsun, fark etmezdi;
böyle bir kız vardı nihayet, bir mucize gerçekleşmiş, karşıma
yeniden bir insan çıkmış, yaşama yeniden ilgi duymaya
başlamıştım! Önemli olan bunun sürmesiydi, bu çekici güce
kendimi teslim etmem, bu parlayan yıldızın peşine takılmamdı. - Hiçbiri sana yaranmak, kendini sana beğendirmek
gibi bir amaç gütmez. Tiyatro nedir bilmez hayvanlar. - Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey toktur; her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir.
- Yazmak iyidir, ama düşünmek daha iyi; akıllılık iyidir, ama sabretmek daha iyi.
- Ortaçağ'daki acımasızlıklara ilişkin bir söyleşinin ardından bana demişti ki: "Bu acımasızlıklar gerçekte acımasızlık değildir. Ortaçağ'ın bir insanı bizim bugünkü yaşam üslubumuzu bambaşka açıdan değerlendirir, tümüyle acımasız, dehşet verici ve barbarca görü aşağılardı! Her çağ, her uygarlık, her gelenek ve görenek kendine özgü bir üslubu içerir, kendisine yaraşır incelikleri ve sertlikleri, güzellikleri ve acımasızlıkları barındırır kendisinde, kimi acıları pek doğal karşılar, kimi kötülükleri sabırla sineye çeker. Ne zaman ki iki çağ, iki uygarlık ve iki din birbiriyle kesişirse, işte o zaman insan yaşamı gerçek bir acıya, gerçek bir cehenneme dönüşür. Ortaçağ'da yaşayacak antik dünyanın insanı havasızlıktan içler acısı bir şekilde boğulup giderdi, bizim uygarlık ortamında bir ilkelin havasızlıktan boğulup gideceği gibi tıpkı. Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden. Kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz. Nietzsche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok daha fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onun tek başına, hiç alışılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta."
- Herkesin başına gelen onun da başına gelmiş, varlığının alabildiğine derinliklerindeki bir dürtüye uyarak olağanüstü bir diretkenlikle aradığı, peşinde koştuğu şeyi sonunda ele geçirmişti, ama insan için yararlı sayılacak ölçünün hayli üstünde gerçekleşmişti bu. Ele geçirdiği şey ilkin mutluluğunu oluşturmuşken, sonradan amansız yalnızlığına dönüşmüştü. Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir. Bozkırkurdu'nu da bağımsızlığı yıkmıştı.
- Öte yandan, canlarına kıyanlar içinde intihar ayartısına karşı savaşa aşina olmayanı da yoktur. Her biri ruhunun bir köşesiyle çok iyi bilir ki, intihar bir çare olmasına karşın yine de yasal sayılmayıp ancak darda kalındığında başvurulacak biraz bayağı bir yoldur, insanın kendi eliyle canına kıymasındansa yaşama yenik düşüp can vermesi gerçekte çok daha soylu ve güzel bir davranıştır.