- -Dünyevi yaşam süren insanların başka bakımdan bilgelerden geri kalır yanı yoktu; nasıl ki zorunlu olan şeyi inatla, şaşmadan yapan hayvanlar kimi insanlardan üstün görülebilirse, onula da bilgelerden hayli üstündü.
-Bu yüz, bir zaman tanıdığı, sevdiği ve öte yandan korktuğu bir başka yüze, Brahman babasının yüzüne benziyordu. Ve anımsadı Siddhartha: Uzun zaman önce, henüz bir delikanlıyken çilecilerin arasına karışmasına izin vermeye zorlamıştı babasını, ona veda edip ayrılmış ve bir daha da eve dönmemişti. Şimdi onu kendi oğlu için katlandığı acıya da babası o zaman kendisi için katlanmamış mıydı? Çoktan ölmemiş miydi babası, tek başına, oğlunu bir daha göremeden? Aynı yazgı kendisini de beklemiyor muydu? Bu yineleniş, uğursuz çember içinde bu dönüp durma, bir komedi, tuhaf ve aptalca bir şey değil miydi?
-Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya fazla değer verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı ? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiç bir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri pek görmüyorsun. - -Bilgelik bir başkasına anlatılamaz; bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik aptalca bir şey gibi gelir kulağa.
-Bilgi bir başkasına aktarılabilir; bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir; ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.
-Hiçbir gerçek yoktu ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa,dile getirilip sözcüklere dökülebilir.Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun.
-Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zaman gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. - -Dünya mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir, hayır, heran mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez.
-Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedeninde ve kendi ruhunda yaşadım, diretmekten vazgeçip dünyayı sevmesini öğretmek, onu kendi arzuladığım, kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini beğenmişliğe gereksinim duydum, en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim. - Yıllar yılı Brahmanlara başvurup sorularıma yanıt aradım, Veda'larda yanıt aradım yıllar yılı. Belki sorularımı, dostum Govinda, Kalao kuşuna ya da şempanzeye sorsam, bundan daha kötü, daha aptalca ve daha yararsız bir şey yapmış olmazdım. Hiçbir şey öğrenilemeyeceğini öğrenmek için hayli zaman harcadım ve harcıyorum hala, dostum Govinda; şimdiye kadar öğrendiğim tek şey, hiçbir şey öğrenemeyeceğim oldu. İnanıyorum ki, bizim 'öğrenme' dediğimiz şey gerçekte yok. Tek bir bilgi var, dostum, bu da dört bir yandadır, bu da Atman'dır, benim içimde, senin içindedir bu da, her varlığın içindedir. Ve artık şuna inanıyorum ki, bu bilginin bilme isteğinden, öğrenme isteğinden daha azılı bir düşman olamaz.
- Siddhartha, haz vermeden haz alınamayacağını, her jestin, her okşayışın, her dokunuşun, her bakışın, ne kadar küçük olursa olsun vücuttaki her köşenin kendine özgü bir gizle donatıldığını, bu gizi keşfetmenin keşfeden kişiyi mutlu kılacağını öğrendi Kamala'dan. Ayrıca bir şeyi daha öğrendi: Her sevi şenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldüklerini hissetmemeliydiler.
- Hesse'nin başından geçen kimi olayları aktardığı, hem fiziksel hem düşünsel dünyasından anektodlar kaleme aldığı, içinde 15 ayrı makale/deneme/anı bulunan kitaptaki başlıklar şöyle:
Çalınan Bavul
Şeftali Ağacı
Rigi Günlüğü
Düş Armağanı
Bir Arazi Parçasının Tasviri
Dilenci
Kesintiye Uğrayan Ders
Mutluluk
Okul Arkadaşı Martin
Baden'de Bir Kaplıca Tedavisinden Notlar
İki Çocuk Öyküsüyle Noel
Normalya'dan Haberler
Siyah Karga
Baca Temizleyicisi
Maulbronn'lu Bir Öğrenci
Kâmuran Şipal'in çevirisiyle birleşince muhteşem bir lezzetle okunan Hesse'nin kurgu romanları kadar, bu yazılarındaki edebi tada da doyum olmuyor. - Dönüp dolaşıp hep aynı şeyi anlatıyordu dağlar. Kolaydı konuştukları dili anlamak, bunun için yalçın duvarlarını görmek yeterdi, başları bükük kat kat duvarlar, yamuk yamuk, çatlaklarla donanmış, her birinde açılmış ortada duran yaralar. "Ne müthiş çileler çektik," diyor her biri. "Ve hâlâ çekiyoruz." Ama göğüsleri kabararak söylüyorlardı bunu, vakur, inatçı ve direngen, sırtı kolay yere gelmeyen eski cengâverler gibi tıpkı.
- (...) Okuyorum: "İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez." Ne anlamlı bir söz değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamk için yaratılmışlar , düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur.
- Evet, geride kalmıştı hepsi, kadeh
içilip boşaltılmış, onu yeniden dolduran çıkmamıştı. Yazıklanılacak
bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak
gerekiyordu. Yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim,
sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar
sunmuş, ne beni fazla sarsmış bu sayısız saatler ve günlerdi.
Ama Tanrıya şükürler olsun, istisnalar yok değildi; seyrek
olarak öyle saatler yaşıyordum ki, beni sarsıntılarla karşı karşıya
bırakıyor, bana armağanlar sunuyor, aradaki duvarları yıkıp
yolunu şaşırmış ben'i yeniden dünyanın yaşam dolu yüreğine
taşıyorlardı. - İnsan neleri yutup sineye çekebiliyor, şaşılacak şey!