- "Siddhartha," dedi, "niçin bekliyorsun?"
"Niçin olduğunu biliyorsun."
"Hep böyle durup bekleyecek misin sabah olana kadar, öğle olana kadar, akşam olana kadar?"
"Hep böyle durup bekleyeceğim."
"Yorulacaksın, Siddhartha."
"Yorulacağım."
"Uyuyakalacaksın, Siddhartha."
"Uyumayacağım."
"Öleceksin, Siddhartha."
"Öleceğim."
"Ve babanın sözünü dinlemektense ölmeyi yeğleyeceksin?"
"Siddhartha, her zaman babasının sözünü dinledi."
"Yani niyetinden vazgeçecek misin?"
"Siddhartha, babasının ona söylediğini yapacaktır."
Günün ilk ışığı odadan içeri vurdu. Brahman baba, Siddhartha'nın dizlerinin hafifçe titrediğini gördü, ama bir titreme fark etmedi yüzünde, Siddhartha'nın gözleri uzaklara bakıyordu: Derken anladı baba, Siddhartha'nın şimdiden onun yanında, kendi yerinde yurdunda bulunmadığını, onu şimdiden terk edip gittiğini. - Her sevi şenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldüklerini hissetmemeliydiler.
Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir ama bilgelik başkasına anlatılamaz ve öğretilemez.
Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir; asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz.
Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır.
Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedenimde ve kendi ruhumda yaşadım, diretmekten vazgeçip dünyayı sevmeyi öğrenmek, onu kendi arzuladığım, kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla, kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek, gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini beğenmişliğe gereksinim duydum, en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim. - SIDDHARTHA
-Her sevi şenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden,biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar;hem yenmiş hem yenilmiş olmalı,herhangi birinde doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı,sömürüldüklerini hissetmemeliydiler.
-Şehvetin ölüme bu kadar yakın olduğunu hiç böylesine tuhaf şekilde anlamamıştı.
-Bu kayıkçının en büyük erdemlerinden biriydi:Dinlenmesini onun kadar iyi bilen az kişi çıkardı.Hiç birşey söylemese bile ,konuşan kişi,ağzından çıkan sözlere Vasudeva'nın nasıl suskun,açıkyürekli,bekleyerek ruhunun kapılarının açtığını,konuşulan sözlerden nasıl hiçbirini kaçırmadığını,hiç sabırsızlık göstermediğini,ne övgü,ne yergiye başvurduğunu,yalnızca dinlediğini hissederdi hemen.Siddhartha böyle bir dinleyiciye açılmanın,böyle bir dinleyicinin yüreğine kendi yaşamını,kendi arayışlarını ve çilelerini gömmenin nasıl bir mutluluk olduğunu seziyordu.
-Hepsi için de ırmak,yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka şey değildi.Para pul,iş güç peşine düşmüşlerdi,düğün derneklere seğirtiyor,hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde,kayıkçı da onları bir an önce bu engelin üzerinden aşırmak için vardı.Binlerce kişinin arasında pek azı,topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı,bu insanlar ırmağın sesini işittiler,ırmağın sesine kulak verdiler.
-Sen de ırmaktan öğrendin mi o gizi,zaman diye birşey olmadığını?
-Senin demek istediğin şu olacak sanırım:Irmak aynı zamanda her yerdedir,kaynadığı yerde,döküldüğü yerde,çağlayanda,kayıkta,akıntı yerinde,denizde,dağda,aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şuan vardır,geçmişin gölgesi diye birşey bilmez ırmak,geleceğin gölgesi diye de birşey bilmez.
-Hayatımı şöyle bir gözden geçirdim,o da bir ırmaktı,çocuk Siddhartha'yı genç Siddhartha'dan ve yaşlı Siddhartha'dan ayıran bir gölgeydi yalnızca,gerçek birşey değildi.
-Tüm çile ve kahırlar zaman değil miydi,tüm uğraşıp didinmeler,tüm korkular zaman değil miydi?Zaman aşılır aşılmaz,zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler,bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu,yenilgiye uğratılmıyor muydu?
-Kuşkusuz,o da seçilmişlerden biri,o da sonsuzluk içinde yaşayacak biri.Peki ama biliyor muyuz,sen de ben de biliyor muyuz onun ne için seçildiğini,hangi yolları izlemek,hangi işleri yapmak,hangi acıları seçmek için seçildğini?Katlanacağı acılar az buz olmayacak yüreğinde bir gurur ve soğukluk var;pek çok acı çekmekten yakayı kurtaramaz. böyleleri,pek çok yanılır,pek çok uygunsuz iş yapar;pek çok günahın yükünü yüklenir.Söyler misin bana,sevgili dostum,oğlunu terbiye ediyor musun?
-Biliyorsun çünkü,yumuşak sertten güçlüdür,su kayadan güçlü,sevgi zorbalıktan güçlüdür.Peki,onu zorlayıp cezalandırmağını sanmakla yanılmıyor musun acaba?Sevgi bağınla onu bağlamıyor musun?Ona her gün utandırmıyor,iyi yürekli ve sabırla davranarak onun işini daha da güçleştirmiyor musun?Onu,bu kendini beğenmiş ve şımarık çocuğu,bir klübede muzla karınlarını doyuran,pirinç bile kendileri için lüks sayılan,düşünceleri onunkine hiç benzemeyen,kocayıp sessizliğe gömülmüş yürekleri onunkinden başka türlü çarpan iki ihtiyarın yanında yaşamaya zorlamıyor musun?Bütün bunlarla zorlanmış ve cezalandırılmış olmuyor mu ?
-Vaktiye işlediğin budalalıkları,oğlunu bunlardan sakınmak için mi işlediğine inanıyorsun?Hem,oğlunu Sansara'ya karşı koruyabilir misin?
-Kim Samana Siddhartha'yı Sansara'dan korudu,günahtan,açgözlülükten,budalalıktan korudu onu?Babasının dindarlığı,öğretmenlerin uyarıları,kendi bilgisi,kendi arayışları koruyabildi mi?Hangi baba,hangi öğretmen yaşamını yaşamaktan,yaşamla kendini pisletmekten,bizzat günahlara girmekten,bizzat o acı içkiyi içmekten,kendi yolunu kendisi bulmaktan alıkoyabildi Siddhartha'yı?
-Ne var ki,onun için tekrar tekrar ölüp dirilsen bile,yine de yazgısının en küçük parçasını koparıp alamazsın ondan.
-Vasudeva,kendisin,önceden düşünmediği,bilmediği hiçbirşey söylememişti.Ama bildiği şeyler yapabileceği şeyler değildi,oğluna sevgisi daha güçlüydü bilgisinden ,ona karşı şefkati de daha güçlü,onu kaybetme korkusu daha güçlüydü.Şimdiye kadar böylesine gönül verdiği bir başka şey olmuş muydu?Böylesine derinden sevmiş miydi bir başkasını,böylesine kör bir sevgiyle,böylesine acı çekerek,boşu boşuna sevmiş,ama yine de mutlu hissetmiş miydi kendini?
-Bu babada hayranlığını uyandıran ya da onu korkutan hiçbirşey yoktu.İyi bir insandı bu baba,bulunmaz bir insan,iyi yürekli ve yumuşak kalpli bir kişi.Belki çok dindar bir adamdı,belki de bir ermiş-bütün bunlar oğlanın gönlünü kazanmaya yetmeyen özelliklerdi.Sıkıcı bir babaydı bu,sefil kulübesine hapsetmişti onu,bırakmıyordu.Sıkıcı bir babaydı bu;bütün huysuzluklarını gülümsemeyle,bütün aşağılamalarını güleryüzle,bütün kötülüklerini iyilikle karşılaması,bu kocamış sinsi herifin iğrenç mi iğrenç bir hilesiydi.Babası bağırıp çağırsa,kötü davransa,daha çok hoşuna gidecekti.
-Beni dövmüyorsun,göze alamıyorsun çünkü;biliyorum,dindarlığınla ve hoşgörünle beni sürekli cezalandırmak,beni aşağılamak istiyorsun.Ben de senin gibi olayım istiyorsun,senin gibi dindar;senin gibi yumuşak kalpli,ayrıca senin kadar bilge!Ama işte söylüyorum,senin gibi olmaktansa bir soyguncu,bir katil olup cehenneme giderim daha iyi,yeter ki acı çektiriyim sana.Senden nefret ediyorum,sen benim babam değilsin,istersen yüzbin defa annemin aşığı ol!
-Dünyevi yaşam süren insanların başka bakımdan bilgelerden geri kalır yanı yoktu;nasıl ki zorunlu olan şeyi inatla ,şaşmadan yapan hayvanlar kimi insanlardan üstün görülebilirse,onlada bilgelerden hayli üstündü.
-Bu yüz,bir zaman tanıdığı,sevdiği ve öte yandan korktuğu bir başka yüze,Brahman babasının yüzüne benziyordu. Ve anımsadı Siddhartha:Uzun zaman önce,henüz bir delikanlıyken çilecilerin arasına karışmasına izin vermeye zorlamıştı babasını,ona veda edip ayrılmuş ve bir daha da eve dönmemişti.Şimdi onu kendi oğlu için katlandığı acıya da babası o zaman kendisi için katlanmamış mıydı?Çoktan ölmemiş miydi babası,tek başına,oğlunu bir daha göremeden?Aynı yazgı kendisini de beklemiyor muydu?Bu yineleniş,uğursuz çember içinde bu dönüp durma,bir komedi,tuhaf ve aptalca bir şey değil miydi?
-Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya fazla verdiğini mi?Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı ?
-Bir kimse arıyorsa,gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk,bir türlü bulmasını beceremez,dışardan hiç bir şeyi alıp kendi içine aktaramaz ,çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep,çünkü bir amacı vardır,çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır.Aramak bir amacı olmak demektir.Bulmaksa özgür olmak,dışa açık bulunmak,hiçbir amacı olmamak.Sen,ey saygıdeğer kişi,belki gerçekten arayan birisin,çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri pek görmüyorsun.
-Bilgelik bir başkasına anlatılamaz;bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik aptalca birşey gibi gelir kulağa.
-Bilgi bir başkasına aktarılabilir;bilgelikse hayır.Bilgelik keşfedilebilir,bilgelik yaşanabilir,bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı,bilgelikle mucizeler yaratılabilir;ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.
-Hiçbir gerçek yoktu ki,karşıtı da gerçek olmasın!Yani şöyle:Bir gerçek ancak tek taraflıysa,dile getirilip sözcüklere dökülebilir.Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır,hepsi tek taraflı,hepsi yarım,hepsi bütünlükten,mükemmellikten ve birlikten yoksun.
-Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz.Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan,zaman gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır.
-Dünya mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir,hayır,heran mükemmeldir o,tüm günahlar bağışlanmayı,tüm küçük çocuklar yaşlıyı,tüm bebekler ölümü,tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır.Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez.
-Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedeninde ve kendi ruhunda yaşadım,diretmekten vazgeçip dünyayı sevmesini öğretmek,onu kendi arzuladığım,kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek gönülden onun içinde yer almak için şehvete,mal ve mülke,kendini beğenmişliğe gereksinim duydum,en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim. - Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı.
Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyorlar, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı. - Müzik gibisi var mıdır! Durup dururken bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın, sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodi ile içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine el koyar -ve sende yaşadığı sürece içindeki tesadüfi, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına, zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır. Bir halk ezgisinin melodisi üstesinden gelebilir bütün bunların. Hele armoni! Katıksız bir uyumla bir araya getirilmiş seslerin kulağa hoş gelen ahengi, örneğin bir çan sesinde, insanın gönlünü tatlılık ve hazla besleyip doyurur; daha öncekilere gelip eklenecek her yeni sesle büyür, güçlenir bu ahenk, bazen insanın yüreğini öylesine yangına verir, hazla öylesine titretip ürpertir ki, bu kadarı başka hiçbir zevkin harcı değildir.
- -Her sevi şenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürüldüklerini hissetmemeliydiler.
-Şehvetin ölüme bu kadar yakın olduğunu hiç böylesine tuhaf şekilde anlamamıştı.
-Bu, kayıkçının en büyük erdemlerinden biriydi: Dinlenmesini onun kadar iyi bilen az kişi çıkardı. Hiç bir şey söylemese bile, konuşan kişi, ağzından çıkan sözlere Vasudeva'nın nasıl suskun, açık yürekli, bekleyerek ruhunun kapılarının açtığını, konuşulan sözlerden nasıl hiçbirini kaçırmadığını, hiç sabırsızlık göstermediğini, ne övgü, ne yergiye başvurduğunu, yalnızca dinlediğini hissederdi hemen. Siddhartha böyle bir dinleyiciye açılmanın, böyle bir dinleyicinin yüreğine kendi yaşamını, kendi arayışlarını ve çilelerini gömmenin nasıl bir mutluluk olduğunu seziyordu. - Başkalarından çok daha fazla düşüncelerle yoğrulmuştu, ussal sorunlarda neredeyse serinkanlı bir nesnelliğe, kendinden emin düşüncelere ve bilgilere sahipti buna da her türlü büyüklük hırsından uzak, parlayıp ün yapmak, karşısındakini ikna etmek ya da haklı çıkmak gibi bir isteğe içlerinde yer vermeyen gerçek aydınlarda rastlanabilirdi ancak.
- -Hepsi için de ırmak, yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka şey değildi. Para pul, iş güç peşine düşmüşlerdi, düğün derneklere seğirtiyor, hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde, kayıkçı da onları bir an önce bu engelin üzerinden aşırmak için vardı. Binlerce kişinin arasında pek azı, topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı, bu insanlar ırmağın sesini işittiler, ırmağın sesine kulak verdiler.
-Sen de ırmaktan öğrendin mi o gizi, zaman diye birşey olmadığını?
-Senin demek istediğin şu olacak sanırım: Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez.
-Tüm çile ve kahırlar zaman değil miydi, tüm uğraşıp didinmeler, tüm korkular zaman değil miydi? Zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu? - -Kuşkusuz, o da seçilmişlerden biri, o da sonsuzluk içinde yaşayacak biri. Peki ama biliyor muyuz, sen de ben de biliyor muyuz, onun ne için seçildiğini, hangi yolları izlemek, hangi işleri yapmak, hangi acıları seçmek için seçildiğini? Katlanacağı acılar az buz olmayacak yüreğinde bir gurur ve soğukluk var; pek çok acı çekmekten yakayı kurtaramaz. Böyleleri, pek çok yanılır, pek çok uygunsuz iş yapar; pek çok günahın yükünü yüklenir. Söyler misin bana, sevgili dostum, oğlunu terbiye ediyor musun?
-Biliyorsun çünkü, yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür. Peki, onu zorlayıp cezalandırmağını sanmakla yanılmıyor musun acaba? Sevgi bağınla onu bağlamıyor musun? Ona her gün utandırmıyor, iyi yürekli ve sabırla davranarak onun işini daha da güçleştirmiyor musun? Onu, bu kendini beğenmiş ve şımarık çocuğu, bir kulübede muzla karınlarını doyuran, pirinç bile kendileri için lüks sayılan, düşünceleri onunkine hiç benzemeyen, kocayıp sessizliğe gömülmüş yürekleri onunkinden başka türlü çarpan iki ihtiyarın yanında yaşamaya zorlamıyor musun? Bütün bunlarla zorlanmış ve cezalandırılmış olmuyor mu ?
-Kim Samana Siddhartha'yı Sansara'dan korudu, günahtan, açgözlülükten, budalalıktan korudu onu? Babasının dindarlığı, öğretmenlerin uyarıları, kendi bilgisi, kendi arayışları koruyabildi mi? Hangi baba, hangi öğretmen yaşamını yaşamaktan, yaşamla kendini pisletmekten, bizzat günahlara girmekten, bizzat o acı içkiyi içmekten, kendi yolunu kendisi bulmaktan alıkoyabildi Siddhartha'yı? - -Ne var ki, onun için tekrar tekrar ölüp dirilsen bile, yine de yazgısının en küçük parçasını koparıp alamazsın ondan.
-Vasudeva, kendisin, önceden düşünmediği, bilmediği hiçbir şey söylememişti. Ama bildiği şeyler yapabileceği şeyler değildi, oğluna sevgisi daha güçlüydü bilgisinden, ona karşı şefkati de daha güçlü, onu kaybetme korkusu daha güçlüydü. Şimdiye kadar böylesine gönül verdiği bir başka şey olmuş muydu? Böylesine derinden sevmiş miydi bir başkasını, böylesine kör bir sevgiyle, böylesine acı çekerek, boşu boşuna sevmiş, ama yine de mutlu hissetmiş miydi kendini?
-Bu babada hayranlığını uyandıran ya da onu korkutan hiçbir şey yoktu. İyi bir insandı bu baba, bulunmaz bir insan, iyi yürekli ve yumuşak kalpli bir kişi. Belki çok dindar bir adamdı, belki de bir ermiş - bütün bunlar oğlanın gönlünü kazanmaya yetmeyen özelliklerdi. Sıkıcı bir babaydı bu, sefil kulübesine hapsetmişti onu, bırakmıyordu. Sıkıcı bir babaydı bu; bütün huysuzluklarını gülümsemeyle, bütün aşağılamalarını güler yüzle, bütün kötülüklerini iyilikle karşılaması, bu kocamış sinsi herifin iğrenç mi iğrenç bir hilesiydi. Babası bağırıp çağırsa, kötü davransa, daha çok hoşuna gidecekti.
-Beni dövmüyorsun, göze alamıyorsun çünkü; biliyorum, dindarlığınla ve hoşgörünle beni sürekli cezalandırmak, beni aşağılamak istiyorsun. Ben de senin gibi olayım istiyorsun, senin gibi dindar; senin gibi yumuşak kalpli, ayrıca senin kadar bilge! Ama işte söylüyorum, senin gibi olmaktansa bir soyguncu, bir katil olup cehenneme giderim daha iyi, yeter ki acı çektiriyim sana. Senden nefret ediyorum, sen benim babam değilsin, istersen yüzbin defa annemin aşığı ol!