- HERMANN HESSE, Yazar (1946-NOBEL Ödüllü), ALM-1919, TR-2003, Can Yayın, Çeviren: Kamuran Şipal, 211 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2014/12/hermann-hesse-demian.html
Okulsuz geçirilecek bir öğle öncesinin sihirli ve masalsı bir havası vardı; GÜNEŞ, ışıklarını oyun oynar gibi odadan içeri yollardı ve okulda sınıfa girmesin diye yeşil perdeleri indirdiğimiz güneş değildi bu.
İnsan birinden KORKUYORSA, o kimsenin kendi üzerinde SÖZ SAHİBİ olmasına izin vermiş demektir. ...Böyle bir korku insanı yiyip bitirir, yakayı sıyırmak gerekir bu korkudan.
...insanın, KENDİNİ KENDİNE GÖTÜREN yolu izlemesi kadar dünyada NEFRET ettiği başka bir şey daha yoktur.
Varlığımda yavaş yavaş uyanan CİNSELLİK, bir DÜŞMAN kılığında, insanı mahvedecek, baştan çıkaracak, günaha sokacak yasak bir nesne kimliğiyle herkes gibi benim de üzerime çullandı. İlgimi çekmeye çalışan, önüme düşler, hazlar ve korkular çıkaran, BULUĞ diye niteledikleri olayın bu büyük gizi, barış ve huzur dolu ÇOCUKLUĞUMUN sevgiyle kuşatılmış ortamına hiç yaraşmıyordu. Ben de herkes gibi yaptım; bundan böyle çocukluktan çıkmış bir çocuğun İKİLİ YAŞAMINI sürdürmeye koyuldum.
Bilincim evimizin yasak sayılmayan aşina dünyasında yaşıyor, yavaş yavaş şafak gibi sökmeye başlayan YENİ dünyayı yadsıyordu. Ama bunun yanı sıra cehennemsi düşlerde, içgüdülerde ve isteklerde başka bir yaşam sürüyordum. ...Hemen hemen bütün anne babalar gibi, benimkiler de bana yardım elini uzatmamıştı; bu gibi içgüdülerden söz edilmiyordu evde.
...Söz konusu güçlüğü yaşamayan HİÇ KİMSE yoktur. Sıradan bir insanın yaşamında öyle bir DÖNÜM NOKTASI'dır ki, özyaşamın istekleri çevreyle en amansız ÇATIŞMA durumuna girer, ileriye giden yol EN ÇETİN mücadeleler sonucunda ele geçirilir.
Bazı KELEBEKLER arasında bazı pervane türleri vardır, DİŞİLERİ erkeklerinden çok azdır. ...(döllemek için) geceleyin erkekler bulundukları yerden uçup bu dişiye gelirler, hem de SAATLERCE UZAKTAN! ...KİLOMETRELERCE uzaktan bütün bu erkek pervaneler çevredeki BİRİCİK dişinin varlığını hissederler. ...pervanelerin dişileri de erkekleri gibi çok olsaydı, erkeklerinde öylesine hassas koku alma duyusuna rastlayamazdık. Böyle bir yeteneğe sahip olmalarının tek nedeni, kendilerini bu yolda ÇALIŞIP EĞİTMELERİDİR.
...Diyelim bir pervane iradesini bir yıldıza ya da başka bir şeye yöneltmek istedi, asla başaramaz bunu. Hatta böyle bir şeye de kalkışmaz hiç, yalnızca KENDİSİ için bir ANLAM ve ÖNEM taşıyan, kendisinin İHTİYAÇ duyup mutlaka ELE GEÇİRMEK zorunda olduğu şeye bakar. Ve bu konuda inanılmayacak işlerin bile üstesinden gelir. Öyle TILSIMLI BİR ALTINCI DUYU geliştirir ki başka hayvanda bu duyuya rastlanmaz.
...gözlerimi diker, HİÇ AMA HİÇ AYIRMADAN GÖZLERİNİN İÇİNE BAKARIM. Böyle bir şeye dayanabilecek HİÇ KİMSE yoktur, herkes tedirginlik duyar bundan. Diyelim, bir kimseden bir şey elde etmek istiyorsun, ANSIZIN büyük bir ısrarla gözlerinin içine diktin gözlerini ve bundan hiç tedirginlik duymadı, o zaman VAZGEÇ bu işten! Kendisinden asla bir şey elde edemezsin, asla!
(Abraxas Öğretisi) ...aynı bedende hem melek hem iblis, hem erkek hem dişi, hem insan hem hayvan, hem alabildiğine iyi hem son derece kötü birlikte barınır.
DOĞA'nın akıldışı, karmaşık ve acayip şekilllerinin üzerine teslimiyetle eğilmek, İÇ DÜNYAMIZLA bu şekilleri yaratan doğa arasında bir UYUMUN var olduğu duygusu uyandırır insanda.
DOSTLARIN yollarının birbirine KAVUŞTUĞU yerde, bütün dünya insanın gözüne VATAN gibi görünür.
...sanki org başında oturan, çaldığı MÜZİKTE bir hazinenin saklı yattığını biliyor, kendi hayatıymış gibi bu hazineyi ele geçirmek için savaşıyor, ona talip oluyor, onun kapısını aşındırıyordu.
...Bach'tan önceki ustalar ve eski İtalyan müzisyenleri... hepsi aynı şeyi söylüyor, hepsi orgcunun da ruhunda hissettiği şeyleri dile getiriyordu: ÖZLEM, dünyaya alabildiğine İÇTENLİKLE kucak açış ve dünyadan alabildiğine ÇILGINCA ayrılış, insanın karanlık ruhuna yakıp kavurucu bir tutkuyla kulak verişi, teslimiyetteki esriklik ve harikuladeliğe karşı derin bir ilgi.
...müzik, bir insanın CENNET ve CEHENNEMİNİN KAPILARINI ZORLADIĞINI SEZDİRECEK MÜZİK. Müzik çok hoşuma gidiyor; nedeni de hemen hemen HİÇ AHLAKÇILIK TASLAMAMASI. - "Her birimiz geçici olmanın tutkuyla karışık acıklı itirafıyız."
- Bakışları buz gibi soğudu kadınlarla karşılaştıkça; şık giyimli insanlarla dolu bir kentten geçerken ağzı küçümsemeyle büzüldü. Tacirlerin ticaretle uğraştığını, prenslerin avlanmaya gittiğini, yaslıların ağlayıp sızlayarak ölülerinin yasını tuttuğunu, fahişelerin gelip geçenlere kendilerini peşkeş çektiğini, hekimlerin hasta tedavisiyle uğraştığını, rahiplerin ekin ekilecek günü saptadığını, sevgililerin seviştiğini, annelerin çocuklarını emzirdiğini gördü, ama bütün bunlar gözlerinin bakışına değmeyecek şeylerdi, hepsi yalan söylüyordu, hepsi pis pis kokuyor, yalan dolan kokuyor hepsi, hepsi soyluluk, mutluluk ve güzellik bağışlayan şeylermiş gibi sahte bir izlenim uyandırmaya çalışıyordu, ama her şey gerçekte çürüyüp kokuşmaydı yalnızca. Dünyanın acı bir tadı vardı. Eziyetti yaşamak.
- Doktor, insan canlısı sesiyle hüzünlü hüzünlü yakınıyordu: '' Çok yazık Klingsor, harika suluboya resimleriniz on yıl içerisinde bembeyaz olacaklar ; seçtiğiniz renklerin hiçbiri dayanıklı değil.''
Klingsor: '' Evet , daha da kötüsü: Sizin şu güzel kahverengi saçlarınız doktor, on yıl içinde bembeyaz olacaklar, kısa bir süre sonra da bizim tatlı, neşeli kemiklerimiz topraktaki bir çukurda olacaklar, ne yazık ki sizin şu güzel ve sağlıklı kemikleriniz de Ersilia...'' - Landexamen sınavları birkaç hafta içinde bir kez daha yapılacaktı. Bu ad, eyaletin en iyi genç beynini seçmek için devletin yaptığı yıllık katliamı tanımlamakta kullanılan addı ve bu seçim sırasında, bir sürü ailenin dilekleri, duaları, kasabalardan, köylerden sınavın yapıldığı il merkezine yöneltiliyordu.
- Böylece çocuk kendini terk edilmiş, sevilmeyen birisi olarak görüyor, evin bahçesinde güneşlenerek, ormanda uzanarak kendini düşlerine, işkence dolu düşüncelerine bırakıyordu. Ne zaman bir kitaba sığınsa, başı ve gözleri ağrımaya başlıyordu. Çünkü eski kitaplarından birini her açtığında okul günlerinin, o günlerin bütün acılarının hayaleti ortaya çıkıyor, Hans'ın gözünü yıldıran yakıcı kederli gözlerle kendisine bakıyordu.
Şimdiki bu umutsuz ve kimsesiz durumunda Hans'ın yanına hain bir avutucu kılığında bir başka hayalet daha yanaştı ve yavaş yavaş vazgeçilmeyen bir arkadaş gibi yanında kaldı. Bu arkadaş ölüm düşüncesiydi. Bir silah edinmek ya da ormanda bir ağacın üzerine bir kement yapmak oldukça kolaydı. Hemen her gün yaptığı yürüyüşlerde aklına bu tür düşünceler geliyordu. Böylelikle sessiz ve ıssız yerleri araştırdı, sonunda ölmek için uygun gördüğü bir yer buldu, burada ölmeye kesin olarak karar verdi. Buraya sık sık gelip oturdu, ölü gövdesini bulacaklarını düşünmekten garip bir tat almaya başladı. İpin bağlanacağı dalı seçmiş, sağlamlığını gözden geçirmişti. Artık gerisi kolaydı. Uzun bir süre azar azar babasına kısa, Herman Heilner'a ise uzun bir mektup yazdı. Bu mektuplar öldüğünde üzerinde bulunacaktı.
Bu hazırlıklar ve kararının ona verdiği güven duygusu, Hans'ın ruhsal durumu üzerinde iyi bir etki yaptı. O öldürücü dalın altında oturarak geçirdiği saatler boyunca üzerindeki baskı duygusu kalkmış, onun yerini neredeyse bir mutluluk duygusu almıştı.
Kendini bu dala çok daha önce neden asmadığını gerçekten bilmiyordu. Sorun çözülmüş, ölüm kararı alınmıştı. Artık arada bir kendini iyi hissediyordu. Hele son günlerde uzun bir yolculuğa çıkacak biri gibi güneşin tadını çıkarıyor, hayallere dalıyordu. Bu işe herhangi bir gün girişebilirdi. Her şey yolundaydı, eskiden tanıdığı yerlerde bir süre tembel tembel dolaşmanın, tehlikeli kararından haberi olmayan insanların yüzüne bakmanın keder verici özel bir tadı vardı. Doktorla her karşılaşmasında, "Sen görürsün," diye düşünmekten kendini alamıyordu.
Yazgısı Hans'ın karanlık niyetlerinin tadını çıkarmasına göz yumuyor, ölüm kadehinden hoş ve leziz birkaç damla içmesini izliyordu. Aslında bu bozulmuş genç yaşama karşı ilgisiz kalabilirdi oysa Hans'ın yaşamını tamamlaması, bir süre daha yaşamın acı tadını alana kadar arenayı bırakmaması gerekiyordu.
Artık rahatsız edici, işkence dolu eski hayalleri daha az görmeye başlamıştı. Bunların yerini yorgun bir ilgisizliğin ve acı vermeyen bir edilgenliğin egemen olduğu bir ruh hâli almıştı. Hans artık saatlerin ve günlerin geçmesini şaşkın şaşkın izliyor, mavi gökyüzüne heyecan duymadan bakıyor, kimi zamanlar uykusunda gezermiş gibi ya da çocukluk günlerine sığınmış gibi görünüyordu. - Soluk benizli eski öğrenci, keyifsiz ve yorgun bir halde, kendisiyle konuşmak isteyen çok az kişiden bile kaçarak bu açık havada her gün yürüyüşlere çıkıyordu. Doktor, reçetesinde onun için damlalar, balık yağı, yumurta ve soğuk duş öneriyordu.
Bunlardan hiçbirinin yararının olmaması şaşılacak bir şey değildi. Sağlıklı her insanın bir amacı ve bir anlamı olmalıydı. Genç Giebenrath ise her ikisini de yitirmişti. Babası artık onun bir memur olmasını ya da bir sanat öğrenmesini istiyordu. Çocuk hâlâ zayıftı, biraz daha güçlenmesi gerekiyordu. Ancak o zaman onunla bu sorunu hemen konuşup, ciddi bir karara varırlardı.
İlk anlaşılmaz tepkileri bastırıldığından ve intiharı düşünmekten vazgeçtiğinden beri Hans kolay heyecanlanan ve belli aralıklarla kederlenen kişiliğini bırakmış, onun yerine, yumuşak ve bulanık bir suyun dibine batar gibi yavaşça ve savunmasızca sürekli bir hüzne gömülmüştü.
Hans şimdi sonbahar çayırlarında başıboş yürüyüşler yapıyor, mevimin üzerinde bıraktığı etkiye karşı duramıyordu. Yılın sona erişi, yaprakların sessizce dökülüşü, koyu kırmızı tarlalar, sabahın ilk saatlerindeki o koyu sis, yeşilliğin yaşlanıp bitkin düşerek yok oluşu, bütün hasta insanlara yaptığı gibi onu ağır, umutsuz bir hırçınlığa, son derece kederli düşüncelere boğuyordu. Hans yeşillikle birlikte kuruyup uykuya dalmayı, ölmeyi istedi. Bu isteği öyle güçlüydü ki, yaşama oldukça inatla sarılan gençlik içgüdülerine karşı geliyordu. - Sanıyor musun ki, sevgili dostum, bu yolu yürümekten belki esirgenen biri olabilir? Sevgili oğlun bundan esirgenir sanıyorsun belki, çünkü onu seviyorsun, acı ve üzüntüden, düş kırıklıklarından esirgemek istiyorsun onu. Ne var ki, onun için tekrar tekrar ölüp dirilsen bile, yine de yazgısının en küçük bir paçasını koparıp alamazsın ondan.
- Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi, yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir. Zaman gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir.
- -Ama yeter, daha fazla konuşmayayım. Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor- evet, bu da çok iyi bir şey bu da çok hoşuma gidiyor, bir insanın hâzinesini ve bilgeliğini oluşturan şeyin bir başkasının kulağına her zaman aptalca gelmesine de hiç diyeceğim yok.