Gözlerini saate diktiğinde, saniye çubuğunu değil de akreple yelkovanın ilerleşeyişini izliyorsan hayallerin boka batmış demektir. Bu da aslında gönrüğü kadar kötü bir şey değildir. Saate manasızca bakan birinin göründüğü kadar salak biri olamayacağı gibi. Bu dünyadan değilsin. Bu dünyadan olmak için salak gibi görünmeyi bırakıp oyalanacak birşey aramalıydın.
Oyala beni dünya demeliydin. Televizyonla oyala, internetle oyala, esrarla oyala, edebiyatla oyala. Alkolle, pornoyla ve nescafeyle oyala. Oyalarken bana dokunduğunu hissedeyim; sırtımı sıvazla, saçlarımı okşa. Oyala bizi dünya, hüzünümüzü ve sefilliğimizi unuttur.
Kıyametin tek adaleti, herkes için kopması.
İnsan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor daha çok. Memleketi o zaman oluyor. Doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu. Hüzünlenmek için illa somut bir yıkıma da gerek yok. "Eskiden bu okulun kapısı paslıydı ne güzel," diye üzüldüğüm de oldu. Konu, doğduğumuz yerin mazisi olunca asla vazgeçemeyeceğimiz takıntılar var çünkü. Renkler var, sesler var, kokular var, binlerce ıvır zıvır var. Sonsuza kadar yitirilmiş anlar var. İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir.
içimde hiç kimsenin kapatamayacağı bir boşluk var.
karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır: yaşayanlar bir sigara yakar.
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.
Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
Şarkılarla birlikte bizi o vakte kadar büyüleyen diğer şeyler de biter. Söylenmiş ve söylenmemiş her şey biter.Bütün bunlardan geriye ise biten her şeyin çınladığı bir sessizlik kalır.Ama sonra o sessizlikte biter.Ve insan orada kendi tükenmişliğini görür.
Gözlerini saate diktiğinde saniyede çubuğunu değil de akreple yelkovanın ilerleyişini izliyorsan hayallerin boka batmış demektir.
hayatımızı değiştirecek insanlar sessiz sedasız geçtiler yanımızdan. onları görmedik.
Düşleri gerçek sanmaya başlarsan onlarda kusur da bulmaya başlarsın.
Orada bir çay molası verelim, geceyi bekleyelim.O gece beni al kardeşlerinin acılarıyla çarp sonra kendi yaralarınla sar.Biraz sustur biraz soğuk davran biraz da teyzem ol.Konuşabilecek gücümüz varsa ağladıklarımız yalan.Sahiden bak. Beni al biraz sarhoş et biraz saçlarına tak biraz da yağmurların peşinden koştur.Beni al erken öldür, mutsuzluk uzun sürmez.
"Ne oldu Galip ?" dedim. "Söyle, ne oldu ?"
Galip gözlerini benden kaçırdı, hafif titreyen bir sesle,
"Hep senin yüzünden kardeşim," dedi.
"Ne benim yüzümden ?"
"Beni anlatamadın."