- Ayrılık değil, özlemek hiç değil, en büyük acı bu giderek büyüyen boşlukmuş.
En büyük dert kimi özlediğini kimi sevdiğini bilememekmiş.
En büyük kayboluş sevip sevip kimi sevdiğini bilememekmiş.
İçimde bir ses durmadan dünyanın sonu geldi diyor.
Dünyanın sonu bu halime öyle çok uyuyor ki, hiç üzülmeden, hiç korkmadan kabulleniyorum onu. - Ne olur anla, onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin... Ne olur bir kez olsun anla, yaranı yok sayarak hiçbir yere gidemezsin...
(syf 25) - ...
Belki de bu yüzden hiç yapmadığım bir şeyi yapıyor ve soluk soluğa geçen o yıllar boyunca hiç fark etmediğin bir sırrı ilk kez yüreğine fısıldıyorum: Ben sana çocukluğumdan vurgunum... Artık gitme sevgilim...
(syf 35) - Demek herkesten gizlediğin yaralarını bir tek ben gördüğüm için sana dünyanın en uzak insanı oldum, öyle mi?
(syf 81) - Çaresiz, yenik insanlar için sabahın oluşu kadar acı veren bir şey yoktur.
- Yokluğun, yüreğimdeki bu yıldızsız, bu dipsiz, karanlık gece... Yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, gözlerinde unuttuğum dalgın gözlerim... Yokluğun, yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç tellerin... Yokluğun, gönül bahçenden kopartıp verdiğin için soldurmayıp kuruttuğum ve tıpkı sevdam gibi sonsuzluğa mahkûm ettiğim bu kırmızı güllerin... Sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kâğıtlar... Her an gözümün önünde sakladığım mektupların, peçetelere yazdığın şiirlerin, hediyelerini sardığın paket kâğıtların... Sen gidince, hala sen kokuyordur diye üzerime giydiğim ve derin derin soluduğum giysilerin...
Yokluğun elinin, kokunun, soluğunun değdiği her şeyi dünyanın en değerli hazinesi gibi saklayan bu yarı deli, bu hayattan kopuk ruhum... Kapat gözlerini ve bana bak: Ben diye ne varsa gördüğün, işte o senin yokluğun. - ve sonra giderdin... Beni, ay ışığının rutubet kokulu duvarlarına vurduğu, tek odalı sessizliğimde, aşkımla, deliliğimle, bu hayata hep yabancı ruhumla bir başına bırakır, masanın üzerinde senin için bıraktığım o tek sigarayı yakar ve giderdin. Hep giderdin...
- Bir bilgeden okumuştum çok önceden: Siz bu hayatta iyi başlayıp kötü bitmeyen bir şey gördünüz mü, diyordu... İnanmamış, yırtıp atmıştım o kitabı. Meğer ne haklıymış. (syf 123)
- Ayrılık değil, özlemek hiç değil; en büyük acı, bu giderek büyüyen boşlukmuş... En büyük dert kimi özlediğini, kimi sevdiğini bilememekmiş... En büyük kayboluş sevip sevip sonunda kimi sevdiğini bilememekmiş... İçimde bir ses durmadan, dünyanın sonu geldi, diyor. Dünyanın sonu bu halime öyle çok uyuyor ki, hiç üzülmeden, hiç korkmadan kabulleniyorum onu. Öylesine bencilim ki, dünyanın sonunu kendim gibi çok seviyorum.
- Oysa çok eski bir masaldı inandığım; ben ancak herkesin mutlu olduğu bir dünyada kavuşabilirdim sevdiğim insana. Çok eski bir masaldı inandığım. Çocuktum o zamanlar... Yalan nedir bilmezdim... Görünen, bana söylenen neyse en çok ona inanırdım. İnsanların sadece bir yüzü var sanırdım. Ve ben ömrümün o en saf yıllarında en çok o yüze sarıldım. O yüze inandım. Sonra o yüzü, o biricik, o vazgeçilmez yüzü kalbimdeki en gizli, en derin yere sakladım. Beni öyle küçümsemişler, öyle kırmışlardı ki, o yüzü hakedebilmek için onu bu dünyadan gizleyip en derinime saklamam gerektiğini öğrenmiştim. Tek bildiğim savaşmam gerektiğiydi ve kazamam... Duygularımı, hayallerimi gizleyip kazanmam...