- "Yalnız ondan değil. Yeni bir savaş olacağına pek inanmıyorum. Olsa bile çok sonra, uzun zaman sonra olur. Mesele ekmek meselesi de değil. Tarihin çarkı gittikçe hızlı dönüyor. Çocuklarımız her şeyi kendileri anlayıp öğrenmek, kendi akıllarıyla yapmak, bizim işlerimizi üstlenmek zorunda kalacaklar. Oysa düşünmek, her zaman acı veren bir ağır iştir. Onun için onların hayatı bizimkinden daha zor olacaktır."
- ...Bu yeni arkadaşını dinledikçe, bir insanın başkalarına yapabileceği en büyük iyiliğin, çocuklarını iyi terbiye etmek, iyi yetiştirmek olduğunu da anlıyordu.
- Yedigey bir aşağılanma, içini yakan bir boşluk hissederek sustu. Fakat aynı zamanda bu olanlara karşı içinde, Aral'ın dalgaları gibi bir öfke, bir isyan duygusu kabardı. (...) Yine kin tutmuştu onu. Bununla birlikte, karşısındakinin kendisinden daha kurnaz, daha akıllı olabileceğini de düşünüyor ve bu da ona çok dokunuyordu. (...) Bulmuştu aradığını. Adamın söylediklerinde bir mantıksızlık, bir hile ve şeytanlık vardı. "Anılar" sadece anı idi. Bir insan "düşmanca anılar" yazmakla suçlanabilir miydi? Bir insanın anıları 'dost' ya da 'düşman' olabilir miydi? Anılar geçmişte yaşanmış olaylardı ve bugünü anlatmıyordu. Anılar, geçmişteki olayların olduğu gibi yazılmasıydı.
- "Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur..."
- "Hep böyle oluyor... Kendileri de kolay kolay çıkamazlar bu işin içinden. Boş yere dememişler: 'Han bir Tanrı değildir; çevresindeki, kendi katındaki adamların ne yaptıklarını her zaman bilemez. Çevresindekiler de pazar yerlerindeki vergi memurlarının nasıl çalıştıklarını, nasıl davrandıklarını bilemezler.'"
- Afanasi İvanoviç Yelizarov bir gün Boranlı Yedigey'e toprak kaymalarının sebebini anlatmıştı. Bu kaymalar sonunda dağ yamaçları, bazen de dağın kendisi, karşı konulmaz bir güçle göçer, yerin altını üstüne getirir, kocaman yarıklar açarlarmış. İnsanlar o olayı ancak gözleriyle gördükleri zaman ayaklarının dibinde ne büyük felaketlerin saklı olduğunu anlarlar. Bu olayın özelliği, yeraltı sularının kaya diplerini uzun zamanda, yavaş yavaş oyarak kimsenin fark etmeyeceği şekilde erozyonu hazırlamasıdır. (...) Böyle korkunç olaylar bazen insanların başına da gelebilir. Üstesinden gelemediği çelişkilerle baş başa kalan insan, moral bakımından derinden derine sarsılır ama bunu kimseye söyleyemez, çünkü ona kimse yardım edemez. Bu korkunç bir yer kayması gibidir, tehlikeyi görürsünüz ama bir şey yapamazsınız.
- ...Abutalip'ten böylesine nefret etmesine, hiç tanımadığı bu adama kin beslemesine sebep ne? Belki de bu, tarihin bazı dönemlerinde insanlara musallat olan bir hastalık, bir salgındır. Belki de, her insanın içinde bulunan gizli bir kıskançlık duygusunun, bir hırsın, onu gizli gizli kemirmesi ve böylesine korkunç bir suça itmesidir. (...) Şimdi, Abutalip'in dosyası tekrar incelenip gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra bir kere daha ve kesin olarak inandım ki insanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması daha çok zaman alacaktır.
- -Teşekkürün de senin olsun! Demek kıçına tekme atarlarmış... Demek oluyor ki sen kıçından başka bir şey düşünmüyorsun, yalnız kıçını düşünüyorsun! -Evet, tam söylediğin gibi. Yalnız kıçımı düşünüyorum. Sen boşuna konuşuyorsun. Hem sen nesin ki? Bir hiç! Ama biz, soframızda aş olsun, ağzımıza tatlı bir şey düşsün diye, kıçımızı düşünmek, kıçımız için yaşamak zorundayız. -Evet evet, anlaşıldı. Eskiden insanları kafaları ile değerlendirir ve kafalarına bakarlardı. Şimdi ise kıçlarına değer veriyorlar demek!
- Keşke insanın yüreğinde böyle bir ışık yansa da ruhunu aydınlatsa, serbest ve sağlıklı olarak en yüce duygularla kaygısızca düşünebilse..
- Hayat dediğimiz şey çok ilginç ve bizim şimdilerde ondan vazgeçmeye hiç niyetimiz yok.