- İnsan kalbinde; başlangıçla sonu, hayatla ölüm arasındaki çelişkiyi uzlaştıran, sadece görülemeyen tanrıydı. Dualar işte bunun için okunuyordu. Başka türlü tanrıya sesini duyuramaz, niçin yaratıp niçin öldürdüğünü soramazdın.
- Duaların var oldukları günden beri hiç değişmemesinin, hep aynı şekilde tekrarlanmasının sebebi de insanları teselli edip yatıştırmalarıydı.
- Anne kızar, anne azarlar ama anne gülümser çocuğuna...
- Eşeğe, eşek olduğunu ispat edemezsin ki...
- -Avlunun ortasında durup yıldızları sayacağınıza,bize gidelim de birer çay
içelim, dedi.
Sayfa 41 'den alıntıdır. - - Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur...(sf 88)
- Yeryüzünde siyasi çatışmalardan uzak kalmak çok zor, belki imkansız bir şey. Ama, uzun zamandan beri, günlerce, haftalarca gezegenimizden uzakta yaşadıktan ver yerküreyi bir otomobil tekerleği kadar küçülmüş haliyle seyrettikten sonra, şu kanıya vardık ki, toplumları öfke ve umutsuzluğa sürükleyen, bazı ülkeleri atom bombasına sarılma durumuna getiren son yılların enerji bunalımı, aslında büyük çapta bir teknik meseledir ve ülkelerin birbirleriyle anlaşıp uzlaşmalarından daha önemli değildir. (sf 66)
- Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider, gelirdi...
- Bir gün, bir imada bulunmak cesaretini gösterdi. Demiryolunda rayları teftiş etmiş dönerken, uzaktan Zarife'yi gördü. Tankere su almaya gidiyordu Zarife. Adımları dosdoğru ona götürdü Yedigey'i. Kovalarını taşıyacaktı ama bu onunla konuşmak için bir bahane değildi. Çünkü, iki günde bir, yolda birlikte çalışıyorlardı ve o zaman istediği gibi rahat rahat konuşurdu. Onu Zarife'ye götüren, karşı koyamadığı bir arzu idi: Gidip sevgisini açıklamak arzusu. O anda yanına gidip duygularını açıklaması en iyi yol olarak göründü ona. Kadın onu anlayışla karşılamaz reddetse bile, o içini döktüğü için rahat eder, hafifler ve sonra yüreğindeki koru södürmeye çalışırdı...
- - Seni seviyorum küçük taş... güzel, akıllı bir taşsın sen. Yedigey amcamın taşları gibi bana her şeyi açıkça söyle. Sakın şaşırma, yanılma, göreyim seni güzel taş.
Sonra ağabeyine dönüyor, Yedigey'in sözlerini aynen tekrarlayarak, taşların durumunu yorumluyordu:
- Bak Daul, görüyor musun? Taşların duruşu hiç fena değil. Bak şurada bir yol var. Biraz sisli, dumanlı ama önemli değil. Yedigey amca bunların ufak tefek yol engelleri olduğunu söylüyor. Her yolda ve her zaman olurmuş bunlar. Babamız yola çıkmak üzere, hazırlık yapıyor, atına binip gelecek. Ama, atın eyerin kolanı gevşemiş biraz. Onu sıkmak gerek. Bunun da anlamı, babamı geciktiren bir şeyin olduğudur. Demek ki biraz daha bekleyeceğiz. Şimdi de bakalım sağ kaburgasında ne var, sol kaburgasında ne var. Hımm, bu iyi işte, kaburgalar sapasağlam. Bir de alnına bakalım. Aa! Alnı niçin donuk duruyor öyle? Yüzü niçin üzüntülü? Bizi düşünüyorda ondan. Babamız bizi çok merak ediyor Daul. Bak, şu taş tam yüreğine oturmuş, yüreği sıkıntılı. Evi düşünüyor ve çok üzülüyor. Yola yakında çıkacak mı? Evet, yakında. Ama atın arka ayaklarından birinin nalı düşmüş. Bu ayağı nallamalı. Bu yüzden de biraz beklememiz gerekecek. Şimdi de heybesinde neler olduğuna bakalım, Oh, oh, oh! Neler var, neler... Pazardan bizim için aldığı şeylerle dolu heybesi. Şimdi de yıldızlara bakalım, ona yol veriyorlar mı? Bak Daul şu yıldızı görüyor musun? "Altın Kazık Yıldızı"dır o.Ardında birtakım izler var, ama biraz silik. Çok geçmeden atının yularını çözecek, üzerine atlayacak ve yola düşecek...