- Yaşam üzerine konuştuk. Yaşamın anlamı nedir diye sorular sormanın bir yararı olmadığına karar verdik; çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur ve yaşamın yanıtı siz, kendinizsinizdir.
- Hiçbir şeye anlam veremiyorum. Buna tahammül edemiyorum." "Neden edemiyorsun Owen? Derdin ne?" "Bilmiyorum" dedim; ellerimi omuzlarına yasladım, o da yanıma gelip kollarıyla sardı beni. "Korkuyorum" dedim, Paltomun içine doğru, "Neden?" diye sordu. "Yaşamaktan." Bana sarıldı, ben de ona sarıldım. "Ne yapacağımı bilmiyorum" dedim. "Daha yıllarca yaşamam gerekiyor, bunu nasıl becereceğimi bilmiyorum."
- Titriyordum. "Hava soğudu. Hadi eve gidip şu garip çaylardan yapalım. İnsanın içini rahatlatan, ömrünü uzattığı söylenen şu Çin çayından var biraz" dedi. "Ömrü uzatıyor ha, bir bu eksikti şimdi."
- Daima unuttuğumuz şey de bu işte; ne bekleyeceğimizi bildiğimizi sanırız, ama bilemeyiz; beklediğiniz şey gerçekleşmeyecek şeydir, beklemediğiniz şey ise gerçek oluverir.
- Birçok konuda sık sık kavga ediyorduk; ikimiz de bir şekilde düş kırıklığına uğruyor ve bunun acısını ötekinden çıkartıyorduk. Ama bu kavgalar sadece beş dakika sürüyordu, çünkü henüz birbirimize kalıcı bir şekilde bağlanamayacağımızı, bağlılık olmadan cinselliğin bir işe yaramayacağını, öte yanda sevgi olmadan da yapamayacağımızı kesinlikle biliyorduk. Onun için elimizden gelenin en iyisi, şu anki haliyle, birlikte olmaya devam etmekti. Aslında iyinin de iyisiydi bu.
- ''Birçok insan gerçekten de tam anlamıyla tanımadığı herhangi bir şey hakkında düşünmek zorunda kalmaktan ürker veya böyle bir şey karşısında karamsarlığa kapılır; denetimini yitirmekten korkar. Zaten son derece iyi bildikleri bir şey hakkında değilse okumazlar, başka bir renkse nefret ederler, McDonald's değilse yemezler. Dünyanın onlardan önce de var olduğunu, onlardan büyük olduğunu ve onlarsız da yoluna devam edeceğini bilmek istemezler. Tarihi sevmezler. Bilimkurguyu sevmezler. Tanrı onlara McDonald's'ta yemek ve Cennet'te mutlu olmak nasip etsin.''
- ''Tabii ki kendi öykülerimin güzelliğinden bahsedecek değilim. Onu eleştirmenlere bırakıp fikirler hakkında konuşmama ne dersiniz? Mesajlar hakkında değil ama. Bu öykülerde mesaj yoktur. Bunlar kader kısmet çeken tavşanların çektiği notlar değil. Öykü bunlar.''
- ??Yanıssal Einstein'a karşı çıkıyor. Haber, maddesel bir şey değildir ve o yüzden (Ah. Bilimkurgusal "o yüzden"lere bayılıyorum!) yanıssal tarafından anında iletilebiliyor. Ne bir paradoks var, ne de zaman kayması. X'ten Y'ye yüz ışık yılı bir yolculuk yaptığımızda, Y'de bizi, X'in geçmiş bir asırlık tarihi bekler; bizi yollayan anarko-sendikalist ütopyacıların yerine kaçık teokratik bir diktatörlüğün geçip geçmediğini merak etmemize gerek yok. Gerçekten de onları yanıssal ile hemen arayıp öğrenebiliriz. Alo? Yoldaş? Hayır, ben kaçık bir teokratik diktatörüm.??
- ??Komik öyküler, salakça öyküler ne büyük bir ihsan. İnsan böyle bir öykü yazmak için masa başına oturmaz, böyle bir şeye niyetlenilmez; onlar insanın ruhunun karanlık yanlarının armağanlarıdır.??
- ??Üçlemede daha usulüne uygun yabancı dil örnekleri de var; En Uzak Sahil'de Yaradılış Dili'nde birçok tam cümle var, çünkü ejderhalar başka dil konuşmuyorlar. Bunlarda (korkutucu) yazılışlarıyla filan, olduğu gibi içime doğdu, ben de fazla sorgulamadan yazdım. Hardca ya da Gerçek Dil'de bir sözlük yazmaya kalkışmanın yararı yok; kitaplarda yeterli malzeme bulunmuyor. Tolkien'dan biraz farklı bir yol tuttum yani; o Yüzüklerin Efendisi'ni bir bakıma icat ettiği dilleri konuşacak birileri olsun diye yazmıştı. Harika bir şey bu, hiç gem vurulmamış Yaratıcı Ruh - dili ete kemiğe büründürüyor. Ama ne de olsa Tolkien büyük bir yaratıcı olduğu kadar bir dilbilim uzmanıydı da.??