- Kafka, Milena'ya yazdığı mektupların birinde: "Mektup yazmak, insanın kendisini merakla bekleyen hayaletlere açması demektir. Yazıyla verilen öpüşmeler, hiçbir zaman yerini bulmaz,yolda hayaletler tarafından emilip bitirilir." İki kez nişanlandığı Felice Bauer, daha sonra 1919'da nişanlandığı Juylie VVohryzek, 1920'de tanıdığı ve sevdiği Milena ile ilişkileri hep mektup ilişkileridir. Kendi deyimi ile, "bütün öpüşmelerini" hayaletlere vermiştir.
- 1950 yıllarının sonuna doğru ülkemiz edebiyat çevresinde en çok sözü edilen öykü, Franz Kafka'nm Değişim'iydi. Bir sabah uyanıp kendini hamamböceğine dönüşmüş bulan Gregor Samsa, Kafka'nm tüm iç dünyasını yansıtıyor. Ayrıca, bürokrasi ve iş çarkının, yüzyılımız insanını böceğe ya da "robot"a dönüştürdüğünü, hepimizin birer "Gregor Samsa" olduğumuzu kavrayamazsak, biz dünyaya değil dünya bize bakıyor olmaz mı?
- Kafka'nın kişiliğini belirleyen en önemli olgular; Yahudi kökeni ve Yahudi dili, ancak Prag kentinde Almanca konu şan yüzde on azınlık arasında bulunmak (o dönemde Prag'da Almanca konuşanlar daha saygınlık kazanan bir sınıfı oluşturuyordu), baba baskısı, toplumla bağdaşamama, kadınlarla yalnız mektup ilişkisi kurabilme, sağlıklı bir insan olmama isteği ve giderek, doğuştan var olan "yazarlık hastalığı"nın vereme dönüşmesidir.
- 3 Haziran 1924'te Kierling Sanatoryumu'nda ölen Kafka, Prag'daki Yahudi Mezarlığı'nda babası Hermann ve annesi Julie Kafka ile bir arada yatmaktadır. "İnsanların bakışlarına bile dayanamıyorum, insan düşmanı olduğumdan değil, ama insanların bakışları, çevremde bulunmaları, öylesine oturup bakmaları, bütün bunlar benim için dayanılır gibi değil." Bir Prag kahvesinden eve döndüğünde bu tümceyi yazmıştır günlüğüne. Sonra şöyle devam eder: "Sabah uykusu yerine saatlerce öksürdüm, yüzerek bu yaşamın dışına çıkmayı yeğlerdim." Cumhuriyet, 4 Temmuz 1983
- Bütün gece yağmur yağdı. Bütün gece Sevgi'yi [Soysal] düşündüm. Günlerdir, aylardır düşündüğümden daha çok. Güzel,sevimli yüzünü, beyaz tenini, konuşurken kızaran yanaklarını, ince içten sesini, küçük, kahverengi cin gibi gözlerini, hafif dalgalı saçlarını, beyaz ellerini, kısa tırnaklarını, kışları giydiği Alman malı kaim botlarını, metal düğmeli, beyaz Bavyera paltosunu bile düşündüm.
- Stefan Zweig'in, Heinrich von Kleist'm bir kadınla birlikte intiharı üzerine yazdıkları, kendi sonunu ne denli betimliyor (1925): "... Kleist gizemli bir ölüm, bir aşk ölümü, çift mutlulukla sonuçlanacak bir ölüm kurmaktadır kafasında. Zaten genç yaştan beri her sevdiğine birlikte ölmeyi önermiyor muydu?... İstediği zaman öleceğini, kendi deyişiyle 'ölüm için bütünüyle yetkin' bir duruma geldiğini, artık hayatın ona değil, onun hayata söz geçirdiği kanısına vardığından beri, yüreği sevinç ve mutlulukla kabarmaktadır...Başka şairlerin hayatı Kleist'mkinden daha büyük, verdikleri yapıtlar daha canlı, daha değerli, varlıkları ve etkinlikleri insanlık için daha yararlı olabilir. Ama hiçbirinin sonu Kleist'mki gibi yüce değildir. Hiçbir ölüm onunki gibi ezgili,coşkun değildir"
- Düşünce özgürlüğüne kavuşturulmamış bir ülkenin kadını olarak, Türk kadınının sınıfsal çelişkisi konusunda söz söylemek oldukça güç. Çünkü, bugünün Türkiyesi hem çok sınıflı bir toplum, hem de 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar onbeş yüzyılı birarada yaşayan bir toplumdur. Ayrıca Batı dünyası kapsamı içinde düşünülen; askeri, siyasal ve ekonomik yönden Batıya bağımlı... Ama bir İslam ülkesidir. Bu durum da halkı başka başka çelişkilerle karşı karşıya getirmektedir.Bu denli karmaşık ve sorunlu bir toplumda biz hangi kadından söz edeceğiz?
- Daha bir yıl önce, kışın acımasız soğuğu karşısında evini ısıtmak için, Harbiye'de eski bir yapıdan tahta sökmek isteyen üç kadın, inşaat çökmesi sonucu yapının altında kalıp öldüler. İstanbul'un ortasında, Hilton Oteli'nin karşısındaki sokakta.Birkaç odun parçası için üç kadın ölüyordu. Türk kadını için bir genelleme yok ki... Kimi 18 saat güneş altında tarlalarda çalışır, evde çalışması caba... Kimi bir kova su bulmak için saatlerce yürür, kimi din baskısı altında ortaçağ anlayışıyla dünyaya kapalı tutulur ve tüm insanca verilerden uzaklaştırılır, kimi bir ticari mal gibi, başlık parası karşılığında satılır. Kasabada, kentte işçilik, memurluk yapan kadın ise evinin ve çocuklarının da tüm işlerini yapar. En çok yıpranmak da kadınlar arasındadır.
- Türkiye'de yetişmek ve yaşam akla ne denli doğru bir "çağdaşlık" düşüncesine varabildiğimi daha bilinçle kavradım. Türkiye'de aralarında yaşadığım sanatçı çevresinin ve insancıl halkın önemini yurtdışm da daha derin değerlendirdim. Yurtdışında kişiliğim in bir boyutunu oluşturan "çağdaşlık" inancımı yitirmemek için çaba harcıyorum.
- Yurt dışında yazmakta önemli bir ayrım var. Bir yazarı çocukluk algıları, ilk gençliği, içinde yaşadığı toplumsal ve ekonom ik koşullar etkiler. Okumuş olduğu, sevdiği yazarlar etkiler. Ama yazarken anlık koşullar da etkileyici oluyor.Türkiye'de günlük yaşam son yıllarda o denli soyut, gerçekdışı ve gene öylesine acı boyutlara ulaşmıştı ki, yazı yazmak anlamı yitmiş bir eylemdi.