- Gözlerini karısına, Sofya Andeyevna?ya çeviriyor. ?Tanrım ne kadar da yaşlanmış ve saçları ne adar ağarmış! Onun da alnı kırış, kırış olmuş, keder onu da soldurmuş. ?Tanrım ne kadar kederli, ne kadar hüzünlü bir hali var, oysa ben onu hayatıma soktuğum zaman ne kadar genç, neşeli ve saftı! Bir insan ömrü kadar bir zamandır, kırk- kırkbeş yıldır birlikte yaşıyoruz. Onu genç bir kız olarak aldığım zaman ben yarı yarıya yıpranmıştım ve o bana on üç çocuk verdi. Eserlerimi yazarken bana yardımcı oldu, çocuklarımı emzirdi ve ben onu ne hale soktum?
- Onlara nasıl yardım edebilirim? Kendime bile yardım edecek gücüm bile yok ki benim. Bütün bu insanların bana gelip şöyle haykırmaları ne şaşırtıcı şey; ?Leon Nikolayeviç, bize hayatı öğret!? bütün yaptığım yalandan, farfaralıktan ve hokkabazlıktan başka bir şey değil; aslında uzun zamandan beri tükenmiş bir haldeyim, çünkü kendimi harcadım, kendi içime döneceğime, kendimi binlerce insana dağıttım; susacak ve gerçeğin içten gelen sesini sessizce dinleyecek yerde, hiç durmadan konuştum.
- Tolstoy kutsal bir kişi, dünyayı kurtaracak bir peygamber olamamıştır, hatta kendi hayatına bile açık seçik bir biçim verememiştir. Her zaman başkaları gibi bir insan olarak kalmıştır, bazı anlarda büyüklük, yücelikle dolu ve bir an sonra bayağı, kendini yalana kaptırmış, zayıflıkları, kusurları ve kararsızlıkları olan, ama her zaman kusurlarını çarçabuk fark eden ve eşi-benzeri olmayan bir tutkuyla kusursuzluğa doğru yürümeye çalışan bir insan olarak. Kutsal bir kişi değil, ama kutsal bir irade ve istek, tam olarak inanmış biri değil, ama dev gibi bir inanma gücü; sakin, huzurlu ve kusursuzluğu içerisinde düşünceye dalmış tanrısal bir görüntü değil, hiçbir zaman tatmin olmayan, durup dinlemek nedir bilmeyen, daha saf, daha temiz bir şekle ulaşabilmek için her gün, her saat, sonsuza kadar savaşan bir insanlığın sembolü.
- Ziyaretçilerin kendini rahatsız ettiklerini, yorulduğunu hissediyordu, ama her şeye rağmen, kalbinin en derin köşelerinde, onu bol, bol övdüklerini işitmek hoşuna gidiyordu. Kendini manevi yönden güçlendirmesi ve dua etmesi için gittikçe daha az zamanı kalıyordu. Kendini bir kaynağın, küçük ama canlı bir su kaynağının fışkırdığı yere benzetiyordu. Bu su kendi göğsünden çıkıyor ve onun içinden dışarıya doğru akıyordu; ama şimdi su artık birikemiyordu, çünkü yoldan gelip geçen susamış kimseler itişip kakışarak onun yanına koşuyorlardı; her şeyi ayaklarıyla çiğniyorlardı, bu yüzden artık çamurdan başka bir şey kalmamıştı. Şimdi içinde artık ne sevgi vardı, ne alçakgönüllülük, ne de saflık ve temizlik.
- İki defa evden kaçtı ve her ikisinde de geri döndü, çünkü allak bullak olan karısının intihar edebileceği düşüncesi, onun bütün gücünü felce uğratıyordu. Çocuklarıyla bozuşmaktansa ve karısını ölüme itmektense, sadece maddi dünyaya bağlı bir topluluğun ezici damı altında inleyerek kalmayı ve buna katlanmayı tercih ediyordu; umutsuzca savaşıyor, ama bir takım şiddetli hareketlerle ailesini yaralamayacak kadar insanca bir davranışla her zaman boyun eğiyor ve başkalarına acı vermektense kendisi acı çekmeyi tercih ediyordu. Kaya gibi sert bir kutsal kişi olmaktansa, acı çeken kusurlu bir insan olarak kalmakla yetiniyordu.
- İnsanların en sabırsızı olan bu adam, bir sıçrayışta seve, seve kendini en büyük acıların ortasına atabilecekken, bir odun yığınının üzerinde kendini neredeyse zevkle yaktıracakken, kendisi için çok daha zor bir deneyden geçmesi gerektiğini biliyor: küllenmiş bir ateşin üstünde yavaş, yavaş yanma, onu tanıyamayanların kendisini hor görmelerine ve işin aslını bilen vicdanının ebedi huzursuzluğuna katlanmadır.
- Herkesin önünde inancını açıkça itiraf ettikten sonra, ahlaki ve mantıki bakımdan, onun için mümkün olan tek bir yaşama biçimi olduğunu çok iyi biliyordu: evini terk etmek, soyluluk ünvanından vazgeçmek, sanatını bırakmak?. Ama o, bir havari olarak, bu son kararı vermeyi hiçbir zaman başaramadı-oysa son derece gerekliydi, çünkü akla uyan tek karar buydu. Ne var ki Tolstoy?un zayıflığının bu sırrı, ilkelerini koyduğu radikalizmi kendi hayatında gerçekleştirmeyi başaramayışı, bence onun en güzel tarafıdır. Çünkü kusursuzluk ancak insani olan şeyleri aştığımız zaman mümkündür: kutsal bir kişi, hatta yumuşaklığı öğütleyen bir havari, eşini ve çocuklarını kayıtsız bir şekilde terk etmeyi, neredeyse insanüstü ve insanlık dışı olan böyle bir şeyi müritlerinden isteyebilmelidir. Kusursuz ve tutarlı bir hayat ancak yapayalnız bir insanın çıplak mekânı içerisinde gerçekleşebilir, hiçbir zaman başkalarıyla ilişki ve bağlantı kurarak değil.
- Çünkü bizden gereken 'malzeme'yi almalarını sağlayacak olan baskı, kaba dayak ve fiziksel işkenceden daha incelikli bir biçimde uygulanmalıydı: akla gelebilecek en sinsice tecritle. Bize hiç bir şey yapmadılar, sadece mutlak bir hiçliğin ortasına koydular çünkü bilirsiniz ya, yeryüzünden başka hiç bir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz.
- Zulüm görmek, hapsedilmek ve kırbaçlanmak isterdi (?hürriyet içerisinde yaşamak benim için çok güç? diye yazmıştı.) yetkililer ona yumuşak davranıyorlar, yalnızca müritlerini kırbaçlatmak ve Sibirya?ya göndermekle yetiniyorlardı. Bu yüzden sonuna kadar gidiyor ve artık cezalandırılsın, sürülsün, mahkûm edilsin, inançlarıyla isyan etmiş olmasının cezasını herkesin önünde çeksin diye çara hareket ediyor. Ama II. Nikola, onu şikayet eden bakana şöyle cevap veriyor: ?Lütfen Leon Tolstoy?a dokunmayın; onu bir kurban haline getirmek istemiyorum?. Oysa Tolstoy?un istediği buydu.
- Tolstoy?cular mezhebi, efendilerinin sözünü yerine getirmeye başlıyor ve onların arkasında da, çoğu zaman hayal kırıklığına uğramış, sayılamayacak kadar çok ezilenler kütlesi, acaba bu samimi adam kendileri için bir umut, bir yardım yolu bulabildi mi diye tetikte bekliyor. Ve böylece, sanki onlara kutsal bir haber vermişçesine, Tolstoy?un karşısında milyonlarca kalp, milyonlarca göz parıldıyor ve artık evrensel bir önem kazınmış olan her hareketini, hayatının her olayını doymak bilmez bir hırsla, dikkatle izliyor. ?Çünkü o öğrenmiştir; bize de öğretecektir?