- Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.
- Olay ne kadar tuhafsa onu anlatmak için o kadar nesnel ilişkiler içinde görünür kılmak için adeta varını yoğunu ortaya koyar ve böylece tutkulu zekası sert bir vida gibi diş diş, doğanın büyüsel yanıyla insanın şeytani yanının gizemli bir düğün yaptıkları en alt bölgeye doğru ilerler. Burada Dostoyevski'ye hiçbir Alman'ın yaklaşamadığı kadar yaklaşır: Kleist'ın kahramanları da sinirlerin bütün hastalıkları ve aşırı güçleriyle yüklüdürler ve bu sinirler yine dünya doğasının şeytani yanına acılı bir şekilde çengellenmişlerdir
- Başıbozuk bir sürü, ancak bir parolayla partiye, örgütlenmeye, orduya, dogmayla bir harekete dönüşür. İnsanlığın kaba güce dayanan tüm büyük çatışmaları, kana susamış bir zorbalık iradesinden çok, bu iradenin zincirlerini çözen ve insanlığın belli bir bölümünün üstüne yönelten bir ideolojiden kaynaklanır. İnsanların toplumunu dost ve düşman, yandaş ve hasım, kahramanlar ve caniler, inananlar ve dine karşı gelenler diye bölen şey, düşüncenin ve zorbalığın birleşmesinden doğma bir piç olan bağnazlıktır; bu bağnazlık, tek bir kişinin düşüncesinin diktatörlüğünü, egemen olmasına izin verilen tek inanç ve yaşama biçimi niteliğiyle tüm dünyaya benimsetmek ister. Yalnızca kendi sistemini tanıdığından ve yalnızca kendi doğru bildiğini gerçekleştirmek peşinde olduğundan, Tanrı'nın bir çeşitlikler dünyası olmasını istediği dünyada başka herkesi susturabilmek için kaba güce başvurmak zorundadır.
- Yalnız o, evet yalnızca deliliği bağışlayan Stultitia, insanları mutlu kılmaktadır, her insan tutkusuna ne kadar körü körüne bağlı kalırsa, ne kadar akıldan uzak yaşarsa, o kadar mutludur. Çünkü kafa yormanın ve kendine acı çektirmenin her türlüsü ruhu karartır; zevk, hiçbir zaman zihin açıklığından, akıllılıktan kaynaklanmaz, ama yalnızca esriklikten, coşkulardan, kendinden geçmekten, delilikten doğabilir; gerçek anlamda yaşayabilmek, her zaman ancak bir tutam deliliğe de yer verildiği takdirde olanaklıdır ve adil olan, tutkuların eğemenliğine girmeyip her şeyi açık seçik görebilen, hiçbir zaman normal insan değildir, tersine, bir tür anormalliğin temsilcisidir: "Yaşamda ancak deliliğe yakalanmış olana gerçek anlamada insan denebilir."
- Ortaçağda Avrupa insanının hemcinsleriyle paylaştığı bir tek ortak ruh vardı: Katolik ruhu. Avrupa, Kilise'nin kucağında uyumaktaydı; zaman olur, mistik düşlerin etkisiyle şöyle bir kıpırdanırdı, ama uyumayı yine de sürdürürdü. Gerçeğe ve bilime ilişkin her türlü istek, ona yabancıydı. Şimdi ise Avrupa ruhunu ilk kez bir tedirginliktir kaplamıştı. Değil mi ki yeryüzünün sırları açıklanabiliyor, akılcı gerekçelere dayandırılabiliyordu, o halde aynı olanak Tanrısal sırlar için neden düşünülemesindi?
- Özgür ve önyargısız bir kafanın hiç kimseye aldırmaksızın elini değdirdiği her şey, artık çoktan eskimiş tasarımların kafesinde yaşayan bir dünya için yepyeni bir görünüm kazanır. Çünkü bağımsız düşünebilen kişi, aynı zamanda başkaları için de en iyi ve en destekleyici biçimde düşünmüş olur.
- Yalnızca tutkunun ne olduğunu hiç bilmeyen insanlar, nadiren bu duyguyu tattıklarında, belki de bu kadar çığ gibi ani, kasırgaya benzer tutku patlamaları yaşıyorlar: O anda yaşanmamış yıllar, kullanılmamış güçlerin biriken öfkesiyle birlikte insanın göğsüne yumruk gibi iniyor. Stefan Zweig - Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
- Sanıklar en çok, gerçeği gizlemelerinden mustariplerdir; suçun anlaşılması tehlikesinden, bir yalanı ufak tefek ve gizli yüzlerce hücuma karşı savunmak zorunda kalmanın dehşet verici baskısından mustariplerdir.
- Bir davadan yeni cikmisti, heyecan icindeydi, benzi solgundu, her samán az konusan o insan , rastlantiyla bir arada olduklari arkadaslarinin da yaninda sunlari soylemisti : "bugun sucsuz biri hukum giydi. " devamini sorduklarindaysa , bir adamin uc yil once yapmis oldugu bir hirsizliktan oturu cezalandirildigini soylemisti ; bunun haksiz oldugu kanaatindeydi, cunku ustunden uc yil gectikten sonra o artik ayni insan degil , suc onun sucu degildi. Baska bir insan cezalandirilmisti , ustelik iki misli , cunku bu uc yil boyunca zaten surekli sucunun ortaya cikartilacaginin tedirginligiyle kendi korkularinin zindaninda yasamisti.
- ... havada nasıl boğuculuk veya fırtına gibi insanı tahrik eden bir ölgünlük de varsa, mutluluğun da felaketten daha ayartıcı bir yumuşaklığı olur. Tokluk, tahrikte açlığa eşittir. Hayatının tehlikesizliği, eminliğidir ki Irene'de mecraya karşı merak uyandırdı.