- Satrancın eşsiz bir yararı vardı, tinsel enerjinin daracık bir alana yönlendirilmesiyle en ağır düşünce eyleminde bile beyni gevşetmiyor, tersine kıvraklığını ve esnekliğini artırıyordu.
- Oyun sevinci oyun hevesine dönüşmüştü, oyun hevesi oyun dürtüsüne, çılgınlığa, yalnızca uyanık olduğum saatleri ele geçirmekle kalmayıp yavaş yavaş uykuma da sızan tutkulu bir öfkeye. Tek düşünebildiğim satrançtı, satranç hareketleri, satranç problemleriydi; bazen alnımda ter damlacıklarıyla uyanıp uykuda bile bilinçsizce oynamayı sürdürdüğümü ayrımsıyordum ve düşümde insanlar görürsem, yalnızca filin, kalenin hareketlerini, atın ileri geri atlamasını gerçekleştirirken görüyordum onları.Oyunumu yarıda kesen her şey bana batıyordu; gardiyanın hapishane hücresini temizlediği on beş dakika, bana yemek getirdiği iki dakika ateşli sabırsızlığımı körüklüyordu; bazen akşamlan kâseye elimi bile sürmüyordum, oyun oynarken yemek yemeyi unutuyordum. Bedensel olarak duyumsadığım tek şey, korkunç bir susuzluktu; sürekli düşünmenin ve oynamanın yol açtığı ateş olsa gerekti bunun nedeni; şişeyi tepeme iki dikişte bitiriyor ve biraz daha su getırmesi için gardiyana yalvanyordum, bununla birlikte bir an sonra dilim damağım yine kurumuş oluyordu
- Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.
- Biyografi, edebi türler içerisinde en güç olanlarından biri, belki de en güç olanıdır. Bu güçlük, her şeyden önce, başkasını tanımanın zorluğundan kaynaklanır. Gündelik hayatta, sık sık görüştüğümüz, hatta her gün birlikte olduğumuz ve bir arada uzun yıllar geçirdiğimiz insanları tanımada bile çoğu zaman güçlük çekeriz. Yirmi yıl, otuz yıl aynı çatı altında yaşayan, hatta aynı yatağı paylaşan insanların bile birbirine yabancı olarak yaşamaları ve birbirini tanıyamadan bu dünyadan göçüp gitmeleri de çok mümkündür. Durum böyle olunca, başka bir çağda, başka bir ülkede yaşamış, kültürü, uygarlığı, örfü ve adetleri, yaşama kalıpları, vb. gibi ayırt edici nitelikleri bizimkinden büsbütün ya da oldukça farklı olan bir insanın hayat hikâyesini yazmaya kalkmak, adamakıllı güç ve cüretli bir iştir. Biyografi yazmadaki ikinci güçlük, kendi içimizden kaynaklanır. Bir insanın hayat hikâyesini olanca gerçeği ile ortaya koymak, o insanı iyi ve kötü yanları, zaafları, kusurları, günlük sıkıntıları ve problemleriyle olduğu gibi anlatmak ne derece doğrudur? Bir başkasının hayatını ve ruhunu bu şekilde deşmeğe ve eşelemeğe hakkımız var mı? Bulduğumuz ve gerçek olarak nitelendirdiğimiz şeyleri başkalarına ilan etmeye hakkımız var mı? Gibi birtakım ahlâkî sorular sormak zorunda kalırız kendimize.
- Kendi benliğimizin sonsuzluğu, ruhun evreni, sanata hala bitip tükenmek bilmeyen alanlar açıyor: Kendini tanımaya çalışmak, gelecekte, her zaman daha cüretli çözüm yollarına götüren, ama daha ustalaşmış insanlığımızın hiçbir zaman çözemediği bir problem olarak kalacaktır.
- Casanova, bir maceracı olduğunu hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Aldanmaktan hoşlanan bir dünya içerisinde aldanan biri olmaktansa aldatan biri olmayı, kırpılmaktansa kırpmayı tercih ettiğini söyleyerek övünmüştür.
- Çünkü tutuğun şey seni bırakmaz, Ve efendiyim derken olursun uşak.
- Mutlu ya da mutsuz olsun, hayat insanın sahip olabileceği tek iyi şeydir ve hayatı sevmeyen, ona kayık değildir. Ancak soluk almasını bilen, zevke zevkle karşılık verebilen, yakıcı bir tene ateşli bir tutkuyla ve aynı derecede ateşli okşayışlarla sarılan bir insan, ancak böyle bir insan, metafiziğe karşı çıkan bu ilkel tabiatlı adama gerçek ve ilginç görünmektedir.
- Söylenmesi üzücü ama aşkta yalan, her zaman, ancak yüksek duyguların işe karışmasıyla başlar.
- Ancak ruh ve duygu, kendilerine özgü nitelikleri gereğince sonsuza doğru kanat çırpmak isteyen ruh ve duygu işe karıştığı zamandır ki, her tutkuda bir abartma, yani yalanla süslenme eğilimi görülür, bu da geçici ilişkilerimizin sonsuza kadar devam edeceğine inanma gibi bir yanılgıya yol açar.