- Sözünü kestim : - İşi kestirip atacağına oyalıyorsun. Davranışın beni tiksindiriyor, bunun için de seni görmek istemiyorum artık. - Davranışım senin tasarılarınla uyuşmadığı için seni tiksindiriyor. Bütün yaşamım boyunca sana boyun eğecek değilim. Pek, hem de pek çok zorbasın. Aslında kalbsizsin, yalnızca güçlü olma iraden var. Sesi hırçın ve ağlamaklıydı : - Pekala! Elveda, lânet edebildiğin kadar et. Sen de bana vız gelirsin. Kapıya doğru yürüdü ve çarptı çıktı. Olduğum yerde, yeniden geri gelecek diye düşünerek kalakaldım. Her zaman geri dönerdi. Döndüğünde, karşı koyacak gücüm kalmayacak, onunla birlikte ağlayacaktım. Beş dakika sonra kitaplığa geçtim, oturdum ve tek başıma ağladım. <
> - Biriyle konuşurken insana ne kendinden söz etme olanağını ne de gerçeği arayıp bulma olanağını sağlayan kağıt kalemin verdiği yalnızlığı vermiyor.
- Fitzgerald' ın düşündüğü gibi bir <<çöküntü süreci>> olarak düşünmemiştim. André' yle olan ilişkimize hiç gölge düşmeyeceğini, yapıtlarımın git gide zenginleşeceğini ve Philippe' in her gün biraz daha, yaratmak istediğim kişiye benzeyeceğini dşünmüştüm
- - Üç gün sonra İtalya' da olacağız, hoşuna gidiyor mu ? diye sordum. - Senin hoşuna gidiyorsa, ne iyi. - Senin hoşuna giderse, benim de hoşuma gider. - Hani sen neresi olursa olsun pek aldırmıyordun da ? -Çoğu kez sen de aldırmazsın. Hiç bir şey söylemedi. Konuşmamızı zorlaştıran bir şey vardı : her ikimiz de birbirimizin söylediğini ters anlıyorduk. Bu işin içinden çıkabilecek miydik ?
- Cevapları içinde olan sorular soruyorum : bu cevapları ondan koparırcasına aldığımı bildiğim halde nasıl olmuş da tatmin olmuşum ?
- Kaçamak cevaplar verdiğini hissediyordum : sanki onun kafasında başka düşünceler var gibiydi. Hangi düşünceler ? Çok mu çirkinleşmiştim ? Gerçekten çok mu çirkindim ? Evet, şu anda çirkinim : kemiklerim çıkmış, saçım başım, yüzüm gözüm birbirine karışmış. Ama sekiz yıl önce ? Bunu ona sormaya cesaret edemedim. Acaba aptal mıydım ? Yoksa Maurice' e lâyık olacak kadar parlak biri değil miydim ? İnsanın kendi kendini eleştirme alışkanlığı yoksa ,bu korkunç sorular geliyor aklına hemen.
- İnsanlar başkalarının mutsuzluklarıyla, mutluluklarından daha çok ilgileniyorlar.
- Bir zamanlar tiyatroya da sinemaya da yalnız gidebiliyordum. Çünkü yalnız değildim.
- "Ben niye böyleyim?" diye düşündü Regine. "İnsanlar yaşarken etrafımda birbirlerini sevip mutlu olurlarken beni öldürüyorlarmış gibi geliyor bana."
- "Anlatacak başka bir şey yok. her gün güneş doğdu, battı. savaşlar oldu: savaştan sonra barış, barıştan sonra başka bir savaş. her gün insanlar doğuyor, diğerleri ölüyor."