- ?? Ne tuhaftır, Amerika'ya özel bir ilgi duyuyorduk, oradaki yaşantıyı arıyor gibiydik, gelgelelim kapitalist rejime düşmanlığımız sonsuzdu; Sovyetler Birliği'ne gelince, orada olanlara, yeni devrimin üstün çabasına büyük hayranlığımız vardı, ama yaşantı bizi çekmiyordu kendine, ilgilendirmiyordu.
- ?? Herkes kendi sınıfı tarafından sınırlandırılır, fakat hiç kimse bu şartlanmaya kesinlikle mahkûm değildir; işte biz bu iki gerçek arasında bocalıyorduk o devirde;Dos Passos, bu iki gerçeği estetik planda dengelemiş, usta bir sentez yapmıştı, hayrandık onun tekniğine. Anlattığı kahramanların karşısında öyle mesafeli duruyordu ki, onları hem kendi bireysel davranışları içinde ve kişiliklerinin en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar işliyor, hem de toplum düzeninin bir sonucu olarak ele alıyordu; kahramanlarının tümüne aynı ölçüde özgürlük tanımıyordu; meselâ; ihtiyaç içinde kıvranan, yorgunluktan bitkin düşmüş, ayaklanmaya hazır kahramanlarından, sömürülen kişilerden bazılarının, bazı anlarda içtenlikle yaşadıklarına, doyduklarına, mutlu olabildiklerine tanıklık ediyordu; onlar yaşıyorlardı; ama sömürgeci durumundaki sınıfın insanlarını ve onların yabancılaşmasını daha keskin çizgilerle ayırıyordu; onlar bütün davranışlarıyla, sözleri ve iç dünyalarındaki dengesizlikleriyle kollektif bir ölümün ürünüydüler.??
- ?? O günkü politik eyleme doğrudan doğruya katılmamak için gelecekteki eserlerini öne süren iki küçük burjuva aydını ancak böyle anlatılabilirdi; bu ikimizin de gerçek durumuydu, bu gerçeği unutmamaya kararlıydık.??
- ?? ALMANYA'da Hindenburg'un Reich başkanlığına getirilmesi, görünüşte Alman komünistlerinin ekmeğine yağ sürmüş, umutlarını pekiştirmişti; nazi oyları hızla düşüyordu. Fena aldandık hepimiz; nazi salgını, bazı gazetelerin deyimiyle, ülkeye «şimşek hızıyla» yayılıverdi. 1933 yılının Ocak ayında Hitler'in başbakan olarak iktidara gelişine tanıklık ettik, 27 Şubat'ta, Reichstag binasının naziler tarafından kundaklanışı ve suçun komünistlere yıkılmasıyla iş büyüdü. Alman Komünist Partisi resmen kapatıldı. Önemli sayıda Alman yazarı ve bilgini, özellikle Yahudi olanlar ülkeyi terk ettiler, bunlar arasında ünlü bilgin Einstein de vardı.??
- ?? İktidardaki insanlar, düşmana karşı erkekçe direnmiş kimseler, hemen hepsi tanıdığımız, bildiğimiz direnişçilerdi; gazete sorumluları, radyo yöneticileri arasında pek çok dostumuz vardı; politika bir aile yönetimi olmuştu, biz de kenarından köşesinden politikaya hevesleniyorduk.??
- ?? İşçi sınıfını dünyanın en atak, en ilerici sınıfı bellemişti; bir yazar olarak evrenselliği arıyor, evrensel olmak için çaba gösteriyordu, bu bakımdan evrensel bir sınıfın insanlarına seslenmek zorundaydı.??
- ?? Sartre hayali geniş adamdı, insanda dehşet duygusu uyandıran her şeyden nefret ediyor, savaş çıkacağına inanmıyor, genel havaya ölçülü bir saygı gösteriyordu; bazı geceler korkulu kâbuslarla ve çığlık çığlığa uyandığını biliyorum, Bulantı'da bu kâbusların etkisi vardır. O öyleydi, ben de şizofren bir hasta gibiydim. Toplumsal ve ekonomik sorunlarla ilgileniyordum, fakat bu ilgi düşüncede kalıyordu; gelişim halindeki olaylara değil, zaman aşımına uğramış ve artık belli bir kalıp içinde donmuş olaylarla haşır neşir oluyordum.??
- ?? Bütün tesellimiz, o günlerde kapitalizmin geçirdiği büyük sarsıntı oldu; bunu çöküş devrinin bir başlangıcı sayıyorduk. 1929'da ortalığı kasıp kavuran kriz geçen yıllarla daha da azıtmış, akıllara durgunluk verecek ölçüde yoğunlaşmıştı. Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki işsiz sayısı milyonları aşıyordu; aç insan kitleleri Washington'a yürümüşlerdi; buna karşın trenler ve gemiler dolusu buğday ve kahve denize dökülüyordu; Amerika'nın güney kesiminde pamuk yeniden toprağa gömülüyordu; Hollandalılar ineklerini sürülerle kesip domuzlara yediriyor, Danimarkalılar yüz bin yavru domuzu katlediyorlardı. İflâslar, skandallar, ünlü iş adamlarının intihar haberleri gazete sayfalarını dolduruyordu. Dünyamız bir gün mutlaka temelinden sarsılacaktı.??
- ?? «Hayır!» demiştim, ama şeytan dürtmüş, iyice meraklanmıştım; duruşmayı izlemeye koştum; imzamın kamuoyunda henüz hiçbir ağırlığı yoktu, davranışım sembolik olmaktan öteye geçmiyordu. Fakat insan, küçücük, hattâ hiç sorumluluk taşımadığı bir olay karşısında bile tavır almasını bilmezse yanlışa düşer, umursamazlığı kalkan gibi kullanıp sorumluluktan kaçmamalıdır.??
- ?? Artık kendimi de sorumlu tutmaya başlamıştım, politikaya duyduğum ilgisizliğin beni sorumluluktan kurtarmadığını anlamıştım, Fernand'ın «çok alçak insanlarmış bu Fransızlar» sözü aklıma geldikçe kulaklarıma kadar kızardığımı hissediyordum. Ren nehrinin öbür kıyısında müthiş bir trajedi yaşandığını bile bile susabilir miydik artık?''