- "Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyyetin, Nûr olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin;... . . . . . .
- MASAL Doğu'da bir baba vardı Batı gelmeden önce Onun oğulları Batı'ya vardı Birinci oğul Batı kapılarında Büyük yörenlerle karşılandı Sonra onuruna büyük şölen verdiler Söylevler söylediler babanın onuruna Gece olup kuştüyü yastıklar arasında Oğul yarınki masmavi şafağın rüyasında Bir karaltı yavaşca tüy gibi daldı içeri Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere Baba bunh havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı Öcünü alsın diye kardeşini yolladı İkinci oğul Batı ülkesinde Gezerken bir ırmak kıyısında Bir kıza rastladı dağların tazeliğinse Bal arılarının taşıdığı tozlardan Ayna hamurundan ay yankısından Samanyolu aydınlığından inci korkusundan Gül tütününden doğmuş sanki Anne doğurmamıs da gök doğurmuş onu Saçlarını güneş destelemiş Yıllarca peşinde koştu onun Kavuşamadı ama ona Batı bir uçurum gibi girdi aralarına Sonra bir kış günü soguk bir rüzgar Alıp götürdü onu Ve ikinci oğulü Sivri uçurumların ucunda Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda Baba yağmurlardan anladı bunu Yağmur suları acı ve buruktu İşin künhüne varsın diye Yolladı üçüncü oğlunu Üçüncü ogul Batı da Çok aç kaldı ezildi yıkıldı Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada Açlıgı gidince kardeşlerini arayacaktı Fakat Batı nın büyüsü ağır bastı İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı Sonra büsbütün unuttu onları Şef oldu buyrugunda bir çok kisi Ktavat bağlamasını ögrendi geceleri Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler Patron oldu ama hala uşaktı Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda Ondan hesap sordu o da Sırf utançtan babasına Bir çek gönderdi onunla Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı Bu yüklü çeki İyice yaşlanmıştı ama Vazgecmedi koydugundan kafasına Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya ... Baba ölmüştü acısından bu ara Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaclarda Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda Bir de o talihini denemek istedi Bir şafak vakti Batı ya erdi En büyük Batı kentinin en büyük meydanında Durdu ve Tanrı ya yakardı önce Kendisini değiştiremesinler diye Sonra ansızın ona bir ilham geldi Ve başladı oymaya olduğu yeri Basına toplandı ve baktılar Batılılar O aldırmadı bakışlara Kazdı durmadan kazdı Sonra yarı beline kadar girdi çukura Kalabalık büyümüs çok büyümüştü O zaman dönüp konuştu Batılılar! Bilmeden Altı oglunu yuttuğunuz Bir babanın yedinci oğluyum ben Gömülmek istiyorum buraya hiç degismeden Babam öldü acılarından kardeslerimin Ruhunu üzmek istemem babamın Gömün beni değistirmeden Doğulu olarak ölmek istiyorum ben Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var: Karşınızdakini değistirmek Beni öldürseniz de çıkmam buradan Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki Fakat değişmeyecek ruhum Onu kandırmak için boşuna çok dil döktüler Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı Bu acıdan yer yarıldı gök yandı O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı Hala onu ziyaret ederler şifa bulurlar En onulmaz yarası olanlar Ta kalbinden vurulmuş olanlar Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar Not: Dördüncü , beşinci ve altıncı oğulu da anlatmakta kitapta ama uzunluğundan dolayı yazamadım.
- Her müslüman, Allah inancından kopmadıkça, asgari anlamda da olsa bir ermiştir.
- Bir Müslümanın kurduğu bir işletmenin iş talimatnamesinde, daima, ilâhi hukukun maddeleri , yazılsın yazılmasın başta yer alır ve İslam Devleti insandan o hukukun hesabını her zaman soracaktır.
- İslâmın hak anlayışıyla batının hak anlayışı arasında temelli bir fark vardır. Batılı hak anlayışı tek taraflıdır ve insana sadece sağlanan fayda demektir. Halbuki İslâmda, Allah?ın bir isminin de ?Hak? olduğu ve hak kelimesinin etimolojik anlamında ?gerçek? anlamının bulunduğu düşünülürse, hak, fayda + ödev + sorumluluk demektir. Batılının hak anlayışı sadece dünya içi bir durumun tesbiti olduğu halde, İslâm?ın hak anlayışında dünya için bir elde tutuş imkanına karşılık dünyaüstü bir görev yüklenmek şartı vardır. Ve bu şart, o hakka kavuşmanın, o hakkı kullanmanın en temel meşruluk şartıdır. Yanımızda, yöremizde, yapraklar dökülüyor, sular çağlıyarak akıyor, arılar uçuşuyor, kuşlar bir yerden kalkıp bir yere konuyor. İnsanlar maden ocaklarına girip çalışıyorlar. Mezarlar kazılıyor ve bir şehir belli bir süre içinde o mezarlığa taşınıyor. Bütün bu derin anlamlı oluşlar ve değişmeler içinde insana bağışlanmış bir takım kabiliyetler vardır ve onu insan kullanırken bu derin anlamı göz önünde tutmalıdır. İşte İslâm bu derin anlamı idrak etme ve ona göre bir hayat tarzı benimseme yoludur. Yoksa, o, her eşyayı tek başına düşünüp de bütünün anlamından habersiz olursa, bütün bu oluşun sahibini bilmesi mümkün olamaz. O zaman Müslüman olmasını gerektiren temel inanç, düşünce, duyuş ve davranışlardan mahrum olur ki, kendisine Müslüman denilmesinin bir sebebi kalmaz.
- ?Allah, ticareti helal, faizi haram kılmıştır? açık nassı ile, İslâma özgü ekonomik yapının temel prensiplerinden biri ortaya konmuştur. Kapitalizmde, hem ticaret, hem faiz helaldir. Sosyalizmde ise, hem ticaret, hem faiz yasaktır. İslâmsa ayrı bir ekonomik sistem olarak, ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Ticareti helal sayarak sosyalizmden, faizi haram sayarak kapitalizmden ayrılır.Biri insan tabiatını görmezlikten gelen, öbürüyse, insan tabiatına kontrol ve sınır koymayan bu iki aşırı ekonomik sisteme karşılık, insanın köklü içgüdülerine bir ölçü içinde, alan açan bir sistem getirmiştir İslâm. Mutluluk da zaten ancak böyle sağlanır.
- ?Bu evrensel kansız devrimin öncüsü ve birinci örneği bizzat Peygamberdi. Öyle bir yol açılmış bulunuyordu ki, zamanın tükeneceği noktaya kadar uzayacak ve meşaleleriyle insanlığı aydınlatacaktı. Her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da toplum şifa saçan şefkatli bir el tarafından onarılıyor, kan ve ihtilâl saçmadan, toplum, içinden öyle bir radyum ışığıyla ışıklandırılıyor ki, değişikliğin en büyüğü yapıldığı halde sanki her şey kendiliğinden olmuşçasına bir etki bırakıyor. Hiçbir şey yıkılmamış da her şey yapılmış gibi bir etki. Aslında yıkılması gereken her şey yıkılmış ve bu, insanoğlunun ruhunda bir çöküntü olmadan gerçekleşmiş, görünüşte olduğu gibi kalan her kurum da anlam ve ruhça değişerek yenilenmiş, tazelenmiş, kelimenin tam anlamıyla dirilmiş, insanlar gibi kurumlar da Müslüman olarak anadan yeni doğmuşçasına bir gençlik kazanmışlardır. Bunun içindir ki, İslâmdan da önce vardı diye İslâmın mülkiyet, miras, ticaret kavramlarını daha önceki kavrayışlarla karıştırmamak gerekir. Bu benzerlik dıştadır. Özde, anlamda, iç yapıda ve amaçta İslâm yepyeni ve apayrıdır. Asıl yenilik de bu yeniliktir. İslâmla yepyeni ve dipdiri bir dünya gelmiştir.
- -Kelimelerimi duyuyor musun?
- Konuşmuyoruz Kelimelerini aldı gitti
- Ey geçmez gençliğin telaşsız sesi Sesinle ölümü ürkütmüş terletmişsin