- BİZE GÖRE MUTLULUK enginlik bize ne iyilik eder, ne kötülük. Her ikisi için de malzeme verir bize. Ondan daha güçlü olan ruhumuz, bu malzemeyi dilediği gibi evirir çevirir ve kullanır. Mutlu ya da mutsuz oluşunun tek nedeni ve sorumlusu kendisidir.Dış varlığımız tadını ve rengini iç varlığımızdan alır. Nasıl ki giysilerimiz bizi kendi sıcaklıklarıyla değil bizim sıcaklığımızla ısıtırlarsa. Onları soğuk bir bedene giydirirseniz soğukluğu korur ve beslerler. Kar ve buz öyle saklanır. Hiçbir şey kendiliğinden ne o kadar üzücüdür, ne de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için onlara göre bir ruhumuz olması gerekir.
- YALNIZLIK alnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş ve daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır. Oysa bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek, bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur. Ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olduklarını gösteremez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.
- Sokrates?e birisi için, ?Seyahat onu hiç değiştirmedi.? demişler. O da, ?Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür.? demiş.
- ÖLÜM ğer ölümün önüne geçilemiyorsa, ne zaman gelirse gelsin. Sokrates?e: ?Otuz Zalimler seni ölüme mahkûm ettiler.? dedikleri zaman onun cevabı, ?Doğa da onları!? olmuş. Tüm dertlerin bittiği yere gideceğiz, diye dertlenmek ne saçmalık! Doğuşumuz nasıl ki bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin sonu olacak. Öyleyse yüz sene daha yaşamayacağız, diye ağlamak, yüz sene önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynadığıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski hâlimizden soyunarak girdik.
- Platon yasalarında; en yakınını, en iyi dostunu yani kendisini öldürenin şerefsizce gömülmesini ister. Eğer bu işi kamu yargısıyla, kaderin başına açtığı önlenmez, çekilmez bir dert; katlanılmaz bir utanç yüzünden değil de korkaklığından, ürkek bir ruhun güçsüzlüğünden ötürü yapmışsa. Yaşamamızı hor görmek de gülünç bir düşüncedir aslında. Çünkü yaşam bizim varımız yoğumuz, her şeyimizdir. Daha soylu, daha zengin bir varlığı olan insanlar bizimkini kötüleyebilir. Ama bizim kendimizi hor görüp hiçe saymamız doğaya aykırıdır. Başka hiçbir yaratıkta görülmeyen özel bir hastalıktır kendinden nefret etmek, yüz çevirmek. Olduğumuzdan başka biri olmayı dilemek gibi bir saçmalıktır bu. Bu dilek yerine gelse bile bize bir şey kazandırmaz. İnsanken melek oluvermeyi isteyen kendi için bir şey yapamaz. Olduğundan daha iyi olmaz; çünkü kendisi ortada kalmayınca kim tadacak, değerlendirecek bu değişmeyi onun yerine?
- FİLOZOFLAR ve TANRILAR hales?e göre Tanrı, ?Her şeyi sudan yaratmış bir güç? tü. Anaximandros?a göre ?Tanrılar değişik mevsimlerde doğup ölüyorlar.? Anaximenes?e göre ise ?Hava Tanrı?dır ve yaratılmış uçsuz bucaksız ve hep hareket hâlindeydi. Anaxagoras, ilk kez her şeyin düzen ve davranışını, sonsuz bir ruhun, gücü ve aklı yönettiğini ileri sürdü. Alkmeon tanrılığı güneşe, aya yıldızlara ve ruha veriyordu. Pythagoras?ın Tanrısı bütün nesnelerin yaratılışına dağılan bir ruh oluyor, bizim ruhlarımız da ondan kopuyordu. Parmenides Tanrı?yı, göğü çevreleyen ve dünyayı ışığın aydınlığıyla ayakta tutan bir çember hâline getiriyordu. Empedokles?e göre tanrılar dört unsurdu ve her şeyi bunlar yapıyordu. Protagoras tanrıların varlığı, yokluğu ve nitelikleri üstüne bir diyeceği olmadığını söylüyordu. Demokritos?a göre tanrı olan kimi zaman imgeler ve çevrintileridir, kimi zaman bu imgeleri çıkaran doğa ve sonunda bilgimiz ve zekâmızdır. Platon, inancını değişik yönlere dağıtır. Timaios?da dünyayı yaratanın adı olmayacağını söyler; Yasalar?da tanrı varlığının araştırılmasını ister; aynı kitaplarının başka yerlerinde dünyayı, göğü, yıldızları, toprağı ve ruhlarımızı tanrılaştırır. Ayrıca her devletin eski düzeninde benimsenmiş olan tanrıları da benimser. Xenophanes, Sokrates?i aynı karışık öğretiler içinde gösterir. Kimi zaman tanrının biçimi araştırılmamalıdır, kimi zaman tanrı güneştir, kimi zaman ruhtur; hem bir tektir, hem de bir sütüdür. Platon?un yeğin Speusippos tanrıyı her şeyi yöneten, bir çeşit hayvansı güç olarak düşünür. Aristoteles?e göre Tanrı kâh evren, kâh ruh; kimi zaman evrene başka bir baş bulur, kimi zaman da Tanrı?yı göğün ateşliliği olarak görür. Zenokrates?de sekiz olur tanrı; beşi gezegenlerin beşlisi, altıncısı duran yıldızların tümü, yedinci ve sekizinci de ayla güneştir. Herakletios değişik görüşler arasında gider gelir, sonra tanrıyı duygudan yoksun eder; biçimden biçime geçiştirir ve sonunda yerle gök olduğun söyler. Theophrastes aynı kararsızlık içinde türlü fantazyalardan geçer, dünyanın yönetimini kâh zekâya, kâh yıldızlara bağlar. Strato?ya sorarsanız tanrı üretme, çoğaltma ve azaltma gücü olan doğadır; biçimi ve duygusu yoktur. Zenon?un tanrısı iyiyi buyurup kötüyü yasaklayan doğal yasadır; yaratıklara o can verir. Zeus, Hera, Vesta gibi geleneksel tanrılaraysa yer vermez Zenon. Diogenes Apolloniates?in tanrısı havadır. Xenophanes?in Tanrı?sı yuvarlaktır; görür, işitir, ama soluk almaz; insan yaradılışıyla hiçbir ortak yanı yoktur. Ariston Tanrı?nın biçimce hiçbir şeye benzetilemeyeceğini, duyarlı olmadığını söyler, canlı mıdır, nedir, ne değildir bilmez. Kleanthes?e göre, Tanrı bazen akıl, bazen evren, bazen doğanın ruhu, bazen de her şeyi kuşatıp saran yüksek bir sıcaklıktır. Zenon?un çağdaşı Parseus?a göreyse insanlığa önemli bir hizmette bulunmuş ya da yararlı şeyler bulmuş olanlara Tanrı adı verilmiştir. Khysippos yukarıda söylenenlerin hepsini karmakarışık bir araya getiriyor ve yarattığı bin bir çeşit Tanrı arasına ölümsüzlüğe ulaşmış insanları da katıyordu. Diagoras ve Theodorus tanrı adına ne varsa hepsini inkâr ediyorlardı. Epikuros?ta tanrılar ışıklı ve saydamdırlar; içlerinden hava geçebilir; iki kae arasındaymış gibi iki dünya arasında otururlar; kaza, bela semtlerine uğramaz; yüzleri insan yüzü, organları insan organlarıdır, ama hiçbir şekilde kullanılmaz bunlar.
- Tanrılar vardır dedim ve diyeceğim her zaman Ama insan işleriyle uğraştıklarına inanmam. Emnius
- ANLAYAMADIĞIMIZ GERÇEKLER er zaman haksız olmadığımız bir konu var. O da inanmayı ve kolayca inandırılmayı saflığa ve bilgisizliğe vermemiz. Eskiden şöyle bir şey öğrendiğimi sanıyorum. İnanç ruhumuza bastırılan bir damga gibidir. Ruh ne kadar yumuşak olur, ne kadar az karşı koyarsa ona bir şeyi mühürlemek o kadar kolay olur. Hele ruh, bomboş olursa ilk inandığının ağırlığı altında daha da kolaylıkla eğilir. Onun için, doldurulup inandırmaya daha uygundur. Diğer taraftan da bize normal gelmeyen her şeyi, olmaz diye hor görüp bir kenara atmak da saçma bir ukalalıktan başka bir şey değildir. Bunu, kendilerini herkesten üstün sayanlarda hep görürüz. Bu duruma eskiden bende düşerdim. Hortlaklardan, gelecek üstüne söylenen kehanetlerden, büyülerden, yutmadığım daha başka şeylerden söz edildiğinde bu saçmalıklara inandırılan zavallı halka acırdım. Bugün görüyorum ki kendim de acınacak hâldeymişim o zaman. Sonradan gördüklerimle ilk inançlarımı değiştirmiş ya da böyle şeylere sonradan merak salmış değilim. Ama aklım sonradan öğretti ki bana, herhangi bir şey için olmaz, diye kesip atmak, kendimizde Tanrı?nın ve doğa anamızın isteyip yapabilecekleri her şeyin sınırlarına varan bir kafa üstünlüğü görmek olur. Dünyada olabilecek şeylerin hepsini kendi yetenek ve göreneklerimize bağlanmaktan daha büyük bir çılgınlık olamaz. Aklımızın ermediği her şeyi masal, mucize deyip gerçek dışı sayarsak şunu da düşünmeliyiz ki her gün aklımızın ermediği az şey mi görüyoruz? Bir düşünelim, ne sisler arasından ne emeklerle elimizin altındaki şeylerden birçoğunun bilgisine ulaştırıyorlar bizi. O zaman anlarız ki bize tuhaf gelmeleri, onları bildiğimizden değil alışkanlığımızdan geliyor daha çok. Gözleri doymuş olduğu için şaşmıyor kimse Başının üstündeki ışık tapınaklarına. Lucretius
- BOŞ RUHLAR kilmemiş topraklar, gübreli ve bereketli olsalar da binlerce çeşit otlarla dolar. Yararlı olabilmeleri için onları kazıp işe yara tohumları ekiyoruz. Kadınlar kendi başlarına kalınca biçimsiz birtakım et parçaları olurlar. Sağlam ve doğal bir beden yaratabilmeleri için bir tohum almaları gerekiyor. Ruhlar da böyledir. Onları bir düşünceyle uğraştırıp dizginlerini tutmazsanız, uçsuz bucaksız bir hayal dünyasında başıboş, öteye beriye dolaşıp dururlar. Böyle bir tembellik içinde ruhların kurmadığı hayal, düşmediği kuruntu, yaratmadığı gariplik kalmaz. Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır. Her yerde olan hiçbir yerde değildir. Martialis Hayatımın son yılarını elimden geldiği kadar kaygısız ve yalnızca kendi rahatımı düşünerek geçirmeye karar verip de köşeme çekildiğim zaman, ruhuma edebileceğim en büyük iyiliğin onu tam bir başıboşluk içinde bırakmak olacağını düşünmüştüm. Bırakalım, kendi kendisiyle söyleşsin; kendi içinde, kendi hayalinde kalsın demiştim. Hayat beni daha ağırbaşlı, daha olgun bir hâle getirdiği için bunu artık kolayca yapabileceğimi umuyordum. Fakat görüyorum ki; Ruh başıboş kalınca türlü hayaller kuruyor. Lucianus
- CİNSEL YÖNÜMÜZ laton der ki; ?Tanrılarla bize emir dinlemez ve hain bir organ vermişler. Bu organ azgın bir hayvan gibidir. Tükenmez iştahıyla her şeyi kendine kul etmeye kalkışır. Kadınlarda da öyle doymak bilmez bir hayvandır ki o. Yiyeceği zamanında verilmezse deliye döner, beklemek bilmez, bedenlerini çıldırtır, damarlarını tıkar, soluklarını keser, dertlere yol açar. Ta ki arzunun meyvesini içlerine çeksinler, rahimleri sulanmış, tohumlanmış olsun.? Yasa koyucularımız bunu böyle bilip yapılması gerekeni ona göre düşünmelidirler. Cinsel gerçekliğin erken öğretilmesi insanların daha namuslu, daha verimli olmasını sağlar. Yoksa herkes onu hayal gücünün keyfine ve ateşine göre aramaya kalkar. Bazı kadınlar, istek ve umut peşinde, gerçeğin yerine ondan daha garip, olmayacak şeyler koyarlar. Kadın erkek, yaşlı genç herkesin jimnastik yaparken birbirini çıplak görmesini isterken bunları düşünmemiş midir Platon? Erkekleri hep çıplak gören Kızılderili kadınlar hiç olmazsa öz duygularını soğutmuş oluyorlar. Büyük Peru krallığında kadınlar bellerinden aşağısına, önü yırtmaçlı bir kumaş sararlar. Öylesine dardır ki bu etek, ne kadar dikkat etseler de, her adım atışlarında edep yerleri gözükür. Gerçi kadınların bunu erkekleri kendilerine çekmek için yaptıklarını; çünkü o ülkede erkeklerin kendi cinslerine düşkün olduğunu söylerler. Ama şu da söylenebilir ki bunu yapmakla kaybettikleri, kazandıklarından fazladır. Çünkü tam bir açlık, hiç değilse gözle doyurulan açlıktan daha zorludur. Livia?da der ki: ?Namuslu bir kadın için çıplak bir erkek, bir resimden başa bir şey değildir.?Lakedemonyalı kadınlar, -ki evliyken bizim kızlarımızdan daha bakireydiler- her gün şehirlerinin delikanlılarını çıplak güreşirken ve yaraşırken görüyorlardı. Yürürken kendileri de bacaklarını kapamaya çok önem vermiyorlardı. Çünkü Platon?un dediği gibi: ?Namusları, yeterince C P DENEMELER örtüyordu onları.? Ama Augustiunus?un sözünü ettiği bazı adamlar çıplaklığı öyle bir baştan çıkarma gücü olarak görmüşler ki kadınların mahşer günü kendi cinsellikleriyle mi yoksa o kutsal ülkede bizi baştan çıkarmamak için, erkek olarak mı dirileceklerinden kuşkuya düşmüşler! Kısacası çeşitli yollardan kadınları aldatıp, azdırıyoruz. Düşlerini coşturuyor, dürtüklüyoruz. Sonra da kadınlıklarına lanet okuyoruz. Doğrusunu söyleyelim ki biz erkekler, hemen hepimiz kendi günahlarımızdan çok, karılarımızın günahlarında gelecek ayıptan korkarız. Bir erkek kendi vicdanından çok, karısının vicdanı üstüne titrer. Ne özveri, öyle değil mi? Tek, karısı ondan daha namuslu kalsın da hırsız olmaya, yemin bozmaya, karısının adam öldürmesine, aforoz edilmesine razıdır herkes? Bu, sadece kötülüklerini adaletsizce değerlendirmektir! Biz de kadınlar da cinsel aşırılıktan daha zararlı, daha insanlık dışı türlü ahlaksızlığa düşebiliriz. Sadece kötülükleri doğaya göre değil kendimize göre ölçüyoruz. Bu yüzden de ahlaksız, çeşitli biçimler alıyor kötülükler. Ahlak kurallarımızdaki sertlik, kadınların cinsel düşkünlüğünü, doğallığını aşan daha sapık bir hâle getiriyor. Böylece düşkünlüğün nedenlerinin yanında, sonuçları daha kötü oluyor. Cesar?ın, İskender?in kazandıkları savaşlar, genç ve güzel bir kadının bizim gibi beslenen, gün ışığına, dünyaya açılan, bunca kötü örnek gören, durmadan azgın saldırılara uğrayan bir kadının kendi namusunu savunmasından daha mı çetin olmuştur! Hiçbir kuşatma, bu dayatmadan daha çetin olamaz. Bir zırhı ömür boyunca taşımak, bakirelik perdesini taşımaktan daha kolaydır. Bakireliğini Tanrı?ya adamak özverili davranmanın en zoru olduğu için aynı zamanda en yüce sayılır.