CİNSEL YÖNÜMÜZ
laton der ki; ?Tanrılarla bize emir dinlemez ve hain bir organ vermişler. Bu organ azgın bir hayvan gibidir. Tükenmez iştahıyla her şeyi kendine kul etmeye kalkışır. Kadınlarda da öyle doymak bilmez bir hayvandır ki o. Yiyeceği zamanında verilmezse deliye döner, beklemek bilmez, bedenlerini çıldırtır, damarlarını tıkar, soluklarını keser, dertlere yol açar. Ta ki arzunun meyvesini içlerine çeksinler, rahimleri sulanmış, tohumlanmış olsun.?
Yasa koyucularımız bunu böyle bilip yapılması gerekeni ona göre düşünmelidirler. Cinsel gerçekliğin erken öğretilmesi insanların daha namuslu, daha verimli olmasını sağlar. Yoksa herkes onu hayal gücünün keyfine ve ateşine göre aramaya kalkar. Bazı kadınlar, istek ve umut peşinde, gerçeğin yerine ondan daha garip, olmayacak şeyler koyarlar.
Kadın erkek, yaşlı genç herkesin jimnastik yaparken birbirini çıplak görmesini isterken bunları düşünmemiş midir Platon? Erkekleri hep çıplak gören Kızılderili kadınlar hiç olmazsa öz duygularını soğutmuş oluyorlar. Büyük Peru krallığında kadınlar bellerinden aşağısına, önü yırtmaçlı bir kumaş sararlar. Öylesine dardır ki bu etek, ne kadar dikkat etseler de, her adım atışlarında edep yerleri gözükür. Gerçi kadınların bunu erkekleri kendilerine çekmek için yaptıklarını; çünkü o ülkede erkeklerin kendi cinslerine düşkün olduğunu söylerler. Ama şu da söylenebilir ki bunu yapmakla kaybettikleri, kazandıklarından fazladır. Çünkü tam bir açlık, hiç değilse gözle doyurulan açlıktan daha zorludur.
Livia?da der ki: ?Namuslu bir kadın için çıplak bir erkek, bir resimden başa bir şey değildir.?Lakedemonyalı kadınlar, -ki evliyken bizim kızlarımızdan daha bakireydiler- her gün şehirlerinin delikanlılarını çıplak güreşirken ve yaraşırken görüyorlardı. Yürürken kendileri de bacaklarını kapamaya çok önem vermiyorlardı. Çünkü Platon?un dediği gibi: ?Namusları, yeterince
örtüyordu onları.? Ama Augustiunus?un sözünü ettiği bazı adamlar çıplaklığı öyle bir baştan çıkarma gücü olarak görmüşler ki kadınların mahşer günü kendi cinsellikleriyle mi yoksa o kutsal ülkede bizi baştan çıkarmamak için, erkek olarak mı dirileceklerinden kuşkuya düşmüşler!
Kısacası çeşitli yollardan kadınları aldatıp, azdırıyoruz. Düşlerini coşturuyor, dürtüklüyoruz. Sonra da kadınlıklarına lanet okuyoruz. Doğrusunu söyleyelim ki biz erkekler, hemen hepimiz kendi günahlarımızdan çok, karılarımızın günahlarında gelecek ayıptan korkarız. Bir erkek kendi vicdanından çok, karısının vicdanı üstüne titrer. Ne özveri, öyle değil mi? Tek, karısı ondan daha namuslu kalsın da hırsız olmaya, yemin bozmaya, karısının adam öldürmesine, aforoz edilmesine razıdır herkes?
Bu, sadece kötülüklerini adaletsizce değerlendirmektir! Biz de kadınlar da cinsel aşırılıktan daha zararlı, daha insanlık dışı türlü ahlaksızlığa düşebiliriz. Sadece kötülükleri doğaya göre değil kendimize göre ölçüyoruz. Bu yüzden de ahlaksız, çeşitli biçimler alıyor kötülükler.
Ahlak kurallarımızdaki sertlik, kadınların cinsel düşkünlüğünü, doğallığını aşan daha sapık bir hâle getiriyor. Böylece düşkünlüğün nedenlerinin yanında, sonuçları daha kötü oluyor. Cesar?ın, İskender?in kazandıkları savaşlar, genç ve güzel bir kadının bizim gibi beslenen, gün ışığına, dünyaya açılan, bunca kötü örnek gören, durmadan azgın saldırılara uğrayan bir kadının kendi namusunu savunmasından daha mı çetin olmuştur! Hiçbir kuşatma, bu dayatmadan daha çetin olamaz. Bir zırhı ömür boyunca taşımak, bakirelik perdesini taşımaktan daha kolaydır. Bakireliğini Tanrı?ya adamak özverili davranmanın en zoru olduğu için aynı zamanda en yüce sayılır.