- "Yani, bir şeyi yapmadan önce, ne olacağını nereden bilebilirsiniz ki? Yanıtı belli bunun; bilemezsiniz."
- Ayrıca, size o lanet özgeçmişimi olduğu gibi anlatacak filan da değilim. Ben size yalnızca, iyice yamulup buraya getirilmeden önce, geçen Noel'de başıma gelen manyaklıkları anlatacağım.
- Kocaman burnu vardı, tırnaklarının hepsi kemirilmiş, kanlı görünüyorlardı, bir de, uçları ortalığa fırlayan içi takviyeli o lanet sutyenlerden giymişti, ama yine de kızcağız için üzülmeden edemiyordunuz. En beğendiğim yanı ise, babasını övüp tüy dikmelere pek kalkışma-masıydı. Babasının sahtekâr salağın teki olduğunu belki o da biliyordu. Aşağıda maç seyredecek yerde, gelip Thomsen Tepesi'nde dikilip durmamın nedenine gelince; eskrim takımıyla birlikte New York'tan daha yeni dönmüştüm ve eskrim takımının lanet menajeri bendim. Büyük iş yani. O sabah McBurney Okulu ile eskrim karşılaşması yapmak üzere New York'a gitmiştik. Yalnız, karşılaşamadık. Kılıçlarla birlikte tüm takım taklavatı lanet metroda unutmuştum. Ama bu yalnızca benim hatam değildi. Durmadan kalkıp o kahrolası haritaya bakmak zorundaydım, nerede ineceğimizi anlamak için. Sonuçta, Pencey'e akşam yemeği saatinde dönecekken, iki otuzda dönmüş olduk. Dönerken takımdakiler trende beni aforoz ettiler. Çok gülünç bir durumdu, bir bakıma.
- Pazartesiye Tarih dersi için yüz sayfa kadar okumam gerek," dedi. "?ngilizce dersi için bana bir kompozisyon yazar mısın? Pazartesiye o lanet şeyi yetiştiremezsem, başım belaya girecek. Onun için sormuştum. Ne dersin?" Çok ironik bir durumdu. Hem de çok. "Ben bu lanet okuldan atılmış gidiyorum, sen kalkmış benden lanet bir kompozisyon yazmamı istiyorsun." dedim.
- Daha sonra, boyunbağını çıkarırken, bana o lanet kompozisyonunu sordu. Lanet yatağının üstünde olduğunu söyledim ona. Gitti, bir yandan gömleğinin düğmelerini çözerken, bir yandan da kâğıdı okudu. Suratında o salak ifadeyle, göğsünü, karnını oğuştura oğuştura orada öyle durup okudu. Hep böyle göğsünü, karnını oğuştururdu. Herif âşıktı kendine. Birdenbire, "Tanrı aşkına, Holden. Burda lanet bir beyzbol eldivenini anlatmışsın." "Ne olmuş?" dedim, felaket soğuk bir tavırla. "Ne demek -ne olmuş? Sana, lanet bir oda veya ev gibi bir şey anlatılacak demedim mi?" "Betimsel olsun dedin. Beyzbol eldiveni anlatsak, ne fark eder?" "Lanet olsun!" dedi. Acayip kızmıştı. Fitil gibiydi. "Sen her şeyi böyle kıç tarafından yaparsın zaten." Bana baktı. "Seni burdan attıklarına hiç şaşmamak gerek," dedi. "Tek bir lanet şeyi bile doğru dürüst yapamıyorsun. Tek bir lanet şeyi bile." "?yi, tamam, ver onu bana o zaman," dedim. Gittim, o lanet kâğıdı elinden çekip aldım. Sonra da yırttım. "Bunu niye yaptın şimdi?" dedi.
- Aynı senin şimdiki durumunda, pek çok, pek çok insan ahlaksal ve ruhsal sorunlarla karşılaşmış. Ne mutlu ki, bazıları bu sorunları yazmışlar. Onlardan öğreneceksin bunları; eğer istersen. Aynı biçimde, bir gün senin önereceğin bazı şeyleri başka birinin gelip senden öğrenmesi gibi. Ne güzel bir düzen bu, sırayla, karşılıklı. Ve, eğitim de değil bu. Tarih bu. Şiir bu.
- Eskiden onu pek akıllı sanırdım, o aptallığımla tabii. Öyle sanmamın nedeni; tiyatro, edebiyat ve bütün bu zırvalıklar üzerine çok şey bilmesiydi. Birisi bu konularda pek çok şey biliyorsa, onun aptal olup olmadığını anlayabilmeniz epey zaman alıyor.
- '' Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz.''
- Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın arkadaşım olsaydı da, canım istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.
- "Anlamadıkları bir şey söylediniz mi, millet ne isterseniz yapıyor böyle."