- Bakın efendim siz benim için üzülmeyin. Sahi söylüyorum. Yalnızca, bir dönemden geçiyorum. Herkes böyle dönemlerden geçer, değil mi?
- Bir öğretmen kafasını bir şeye taktıysa, onu durduramazsınız. İlle de yapar yapacağını.
- Zaten bütün geri zekalılar kendilerine geri zekalı denmesinden nefret ederler.
- Aslında bizim ailedeki tek salak benim.
- Kızlarla olan sorun da bu işte. Hoş bir şey yaptıklarında, pek yüzlerine bakılmayacak gibi olsalar da, hatta salak bile olsalar, onlara böyle yarı yarıya aşık oluyorsunuz ve hangi cehennemde olduğunuzu bile unutuyorsunuz. Kızlar! Aman Tanrım! Aklınızı başınızdan alıyorlar. Gerçekten alıyorlar.
- Hepsiyle -üçüyle de- sırayla dans ettim. Gudubet olanlardan Laverne pek fena dans etmiyordu, ama öbürü, bizim Marty, tam bir cinayetti. Bizim Marty ile dans etmiyor, Özgürlük Anıtı'nı pistte oradan oraya sürüklüyordunuz.
- Yani, gudubet kızların işi gerçekten zor.
- "Kadın bedeni bir keman gibidir" diyordu; hakkını vererek çalmak için acayip iyi bir müzisyen olmak gerekirmiş.
- Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz. Biliyorum olanaksız bir şey bu, ama yine de pek fena olmazdı.
- "N'aber, nasılsın?" "Çok iyiyim. Geç mi kaldım?" Hayır dedim ona, ama on dakika kadar gecikmişti. Aslında hiç önemli değildi. Hani, sokak köşelerinde sevgilileri gelmediğinden ağaç olup mosmor kesilen herifleri konu alan karikatürler çıkar, Saturday Evening Post'ta filan, hepsi de tümüyle palavra. Bir kız sizinle buluşmaya geldiğinde felaket güzelse, kimin umrunda; ha geç gelmiş, ha erken gelmiş, yani?