- Yürüyorum dediği, durmanın ta kendisiymiş. Düş gibi bir şey yani... Koşarsın koşarsın da varmazsın hani; içindeki umut, varamadığın kadar büyür. Sen bakarsın ışıltıyla. İleriye uzanırsın (uzanmak istiyorsun), uzandıkça da kolların uzar babam uzar... Gene de boşluğu avuçlarsın hep; düşünü düş yapan boşluğu...
- Sağırdı çünkü o; kokularıma da, yeşillerime de, duruşuma da sağırdı. Sözün özü, insanoğlu benim soyumun dilini çözememişti henüz; kokuca konuşsam da anlamazdı, renkçe konuşsam da...
- "Elimdeki kalem dayımın elinde olsaydı, bunları şimdi eminim o da anlatmazdı. En azından, hayatın tamamını kuşatıyormuş gibi gözüken şu zavallı kelimelerin arasında sana ve senin hayal gücüne yer açabilmek için yapardı bunu. Yaptığı şeyi de hiç kuşkusuz aynı konu hakkında kurulan basit cümlelerin basit gürültüleriyle örterdi. Ezeli hastalıklarımızın başında gelen aşk aklın terazisinde tartılamayacak kadar ağır, ağır olduğu kadar da hafiftir ve bu yüzden hem bütün kitapların ortasında, hem de Tandırname'nin ilk sayfasında yer alacak bir konudur, derdi söz gelimi. Ya da insanın içini ısıtan güleç bir yüzle, aşkın gözü kördür derler ama kulakları da sağırdır, derdi. Ya da çok önemli şeyler söylüyormuş edasıyla bir zaman havanda su dövdükten, aklımızı cümlelerin aklına böldükten ve büyük aylakları hatırlatan dağınık adımlarla değişik boşluklara doğru defalarca gidip geldikten sonra, azizim, aslına bakarsan aşk denen zımbırtı bir çeşit büyülenmedir ve büyülenme anında herkes ister istemez papağana dönüşür, derdi. ..." S. 221-222
- "kaar nedeen yağaar kaarr?"
- Artık gecenin içinde bekleyen bir geceydiler.
- Hatta bağıramıyordu bile; ya da öyle inanılmaz bir şiddetle bağırıyordu ki, kimse işitemiyordu...
- Yorgundu bir de, bir şeyi hiç çaba göstermeden beklemeye mahkûm edilmişçesine...
- Artık vazgeçmiştik tırnaklarımızı kesmekten
göğe tutunmak için
yalnızlık biraz da vazgeçmektir - Hatırladığım kadarıyla, ilkin, neden başka yere değil de ısrarla serçeparmağına bakıyorsun, dedim sözgelimi ve o da bana, yalan dünya dediğimiz şu dünyanın nerede birikeceği belli olmuyor ki Hasanım Ali, dedi.Sonra ben onun şaka yaptığını düşünerek, şimdi dünya senin serçeparmağında mı birikti, diye sordum.O da o anda serçeparmağına doğru biraz daha eğilerek,gene ben oradaymışım gibi, zaten dünya büyük bir şey değildir Hasanım Ali, kimi zaman sevdiğimiz insanın yüzü, kimi zaman hayal edilen bir dokunuşun büyüsü, kimi zaman da kapıldığımız bir hevesin genişliği kadardır, dedi.Hatta, kendinden emin bir sesle, tatlı tatlı birkaç örnek daha verdi bu konuda.Ben hemen atıldım tabii ve ona, peki, bu saydıklarının dışında kalan dünya ne olacak, diye sordum.O da, geride kalan dünya saydıklarımın içindedir zaten Hasanım Ali, onları onların içinden görür, onların içinden tadarsın, dedi.
- Ardından şarap kokusunun bilinçaltımdan sızdığını düşündüm. Bilinçaltımdaki Kavaklıdere-Yakut şişesini de, virgülsüz konuşan arkadaşım devirmişti hiç kuşkusuz. (Sf: 131 - İletişim Yay. - 5. Baskı)