- ?Üstesinden gelemediği çelişkilerle başbaşa kalan insan, moral bakımından derinden derine sarsılır ama bunu kimseye söyleyemez, çünkü ona kimse yardım edemez. Bu korkunç bir yer kayması gibidir, tehlikeyi görürsünüz ama bir şey yapamazsınız.?
- "Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur..."
- Gözlerimin önünde, bir an için, hayatla ölüm karşı karşıya idiler.
- Tamamlanmamış bir eseri, başkalarına, üstelik dostlara bile anlatmaktan yana değilim. Yaptığımı kıskandığımdan değil bu, henüz beşikteki bebeğin büyüyünce nasıl bir insan olacağını kestirebilir mi insan? Bence bitirilmemiş bir tablo da aynı şeydir. Ama bu defa kuralı bozuyorum. Hepiniz duyun, henüz bitmemiş bir tablom için düşündüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. (S. 5)
- Ben kavakların sesini dinliyor, heyecanla çarpan yüreğimle, o bilinmeyen, uzak toprakları merak ediyordum. O zamanlar hiç aklıma gelmemişti. Bu kavakları kim dikmişti buraya? Körpe fidanların köklerini toprağa gömdüğü zaman nasıl bir istekle yaşıyormuş, neler söylüyormuş, bu bilmediğimiz adam, fidanları bu tepede neler umut ederek büyütmüş? (S. 8)
- Kimin daha korkusuz olduğunu anlamak için en yüksek dallara kadar tırmanırdık. Ve oralarda, gözlerimizin önünde, ışık cümbüşü içinde çalkalanan bir dünya açılırdı. (S. 7)
- Evet, her canlının bir ilkbaharı bir de sonbaharı var..." Solgun yüzünden, gözlerinin çevresindeki sayısız kırışıklıklardan bir hüzün geldi geçti. Kavaklara bir kadın yüreğiyle acımayla bakıyordu. Ve ben birdenbire anladım ki, şu anda önümde duran, öğretim üyesi Altınay Süleymanovna değil, sevinçleri ve acıları paylaşan, sıradan bir Kırgız kadınıydı. Böyle durmuş bakan bu bilgin kadın mutlaka, türkülerde söylendiği gibi, yüce ddağ başına çıkıp haykırsa bir daha geri getiremeyeceği gençliğini hatırlıyordu. Gözlerini kavaklardan ayıramıyor, bir şeyler söylemek istiyordu. (S. 13)
- Uzun süren öğrenim yıllarında çok güçlüklerle karşılaştım. Zaman zaman umutsuzluğa kapıldım. Böyle zamanlarda öğretmenimi hatırlıyor, ondan güç alıyordum, önüme çıkan güçlüklerden yılmadım. (S. 54)
- Sevdiğimiz, güzel anılar, yaşadığımız yerlerde izlerimiz, neden sonsuz kadar durmaz? Duyuşen'le dağlardan indiğimiz o yolu bulabilsem şimdi, gider, toprağa eğilir öğretmenimin ayak izlerini sevgiyle öpredim. Bu yol benim hayat yolumdur. Bu yola, geçirdiğim o güne teşekkürler. O güneşe, o toprağa binlerce, binlerce teşekkürler. (S. 52)
- 'Tokol' ikinci karı demek. Nasıl iğreniyorum bu kelimeden. Bu kelime hangi karanlık, geri çağda bulunmuş. Bedeni ve yüreğiyle tutsak olan kumalık kadar kötü bir şey var mı bu dünyada? Mutsuz kadınlar, mezarlarınızdan kalkın! İnsanlıktan çıkmış olmaktan, bir gölge gibi yaşamaktan kurtulun! İnsanca yaşamaktan alıkonulan kadınlar kenetlenin! Eski zamanların karanlıkları önümüzde titresin. Bunları ben bu durumu son olarak yaşayan bir kadın olarak söylüyorum sizlere. (S. 48)