- ??nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi??
- ??o gece yine sabahlamıştık biz üç adam ve bir semâver nusret'in bakû'da bulduğu İbrahim sâmi'yle beraber oymalı bir de ceviz sandık içinde kimlerin unutulduğu nerimanov mustafa suphi sultan galiyev ve soluğan kafkas trenindeki bıçak bıçağa âzerî armonikler??
- ??ittihatçılar da vardı hilâl bıyıklıydılar sustasına basılmış birer çakıydılar mor kumrular patlıyordu câmilerden mavzerlerin gözü dönmüştü kara kalpaklıydılar bir tambur kanat çırpmasın ıtrî'den eksiksiz bütün ölmüşlerimiz ayaktaydılar kılıçlar çekilmişti bâkî?nin gazellerinden budin'den yaşlı sipâhiler ezan okumaktaydılar ertuğrul gazi mi tutmuştu kemal paşa'nın ellerinden oğuzlar mıydı yoksa bismillâh yeniden başlamaktaydılar??
- ??fransız ortamında dikkatimi bir şey çekiyor, savaşlarına, seferlerine aşırı önem vermeleri: halk olarak bir marifet mi yapmışlar, edebiyatları onu anlata anlata bitiremiyor artık, sonra sonra, aynı şeyin öteki halklar için de öyle olduğunu görüyorum. sözgelişi, beni İsrail'in göçü nice sanat eserine konu oluşturmuş, birden, öğrenciliğimizden başlayarak 'dalga geçtiğimiz' Türk göçünün heybet ve dehşetini farketmeyeyim mi? öyle ya, bir halk, vatanını bırakıp, neresi olacağını bilmediği bir yere vatan aramaya gidiyor, hangi düşmanlarla karşılaşacağı, başına neler geleceği belirsiz, çapı büyük, boyutları son derece geniş bir toplumsal serüven bu, yazılsa yazılsa her şeyiyle Türk olan bir destanla yazılır. yapmaya çalıştığım da bu. önce çok Türk bir ses arıyorum, buluyorum: ç sesi, sonra içeriği halk ağzına yerleştirmeye çalışıyorum, bir iki aylık bir çalışmadan sonra oluyor, şiir varlık'ta çıktı sanırım, o tarihte başka bir dergide kim olduğunu hatırlamadığım bir yazar üzerine basmış, bu şiirle hanidir şiir yayımlamamış olan attilâ ilhan'ın hâlâ yaşadığına dikkati çekmişti, o günlerde Türk şiir ortamı öyle rezil bir ikinci yeni curcunası yaşıyordu ki, dışlarında kalan herkesi silmişlerdi, sonra da biz onları sildik ya, neyse.??
- ??kurtuluş savaşı gazilerinin benim kuşağımı çok etkilemesi olağan sayılmamalı mıdır? biz, savaşın hemen ertesinde cumhuriyetin ilk yıllarında doğanlar, o efsane içinde büyüdüğümüzden nerede göğsü istiklâl madalyalı bir yaşlı gazi görsek, ilgileniriz. bir bakıma, çalar saat'in miralay 'topal' rıza'sı, sırtlan payı'nın miralay 'ayı' ferid'iyle devre arkadaşıdır, aynı 'serencam'ı yaşamış, aynı tehlikelerden geçmiş, günün birinde ölüm gelip de kapılarını çalınca, aynı şeyleri hatırlamışlardır, çalar saat, bir kuvayı milliye gazisinin kişiliğinde kurtuluş savaşının, istiklâl-i tam esprisinin estetik özetidir, o adamların büyük bir iş yaptıklarına çocukluğumda da inanırdım, yine inanırım, ne yazsak, ne çizsek haklarını ödeyemeyiz.??
- ??eflâtun boşluklarında sabah ezanlarının korkunun dağıldığı vatan kasidesi'yle dalgın bir lambayım ki binlerce çoğaldığım Sultanahmet mitingindeki ses Titreşimlerinden??
- Sevmek için geç ölmek için erken
- Bizim Türkiye'nin her yanında herkesin Türkçe bilmemesinden ne türlü aşağılık duyguları çektiğimiz malum! Bunun altında da işlerin ''Batı'da çok başka türlü döndüğünü'' sanmamız yatıyor besbelli. Batılı devlet ne demek: Din birliği, dil birliği, cart curt, falan filan... Yok efendim yok. Eğer Kürt Kürtçe, Laz Lazca, Fellah Arapça konuşuyorsa, bu bizim hem şerefimiz hem suçumuz, ama onların hiçbir şeyi değil. Şerefimiz, demek ki on yüzyılı bulan bir Türk yaşantısına rağmen onları zorlamamışız, baskı altına almamışız dillerini unutturmak için; suçumuz demek ki Türkçeyi onlara iletmesini öğretmesini bilememişiz, bütün ''milliyetçilik'' palavralarımıza rağmen!.. Amaç elbette herkesi Türkçe konuşturup yazdırıp okutmak olmalı, ama bölge dillerini unutturmak pahasına değil. Zira bu diller de bu toprağın zenginliği: Şarkıları, şiirleri, ağıtları ve küfürleriyle.
- Batı çizgisini sürdürmek isteyen yeni Türk sanatçısı, içinde yaşadığı toplumla çelişiyor. Bu acı çelişmenin olağan sonucu, iki yanın birbirine sırt çevirmesi.
- .. sanatçının, öz toplumundan ilgi göremediğinden ötürü ''bunalması'' da pek olası. İlgi görmemek, anlaşılmamak, tam tersine horlanmak, aşağılanmak onu önce soyutluyor, sonra da kendi üstüne katlanmaya, daha sonra da yozlaşmaya itiyor.