- hiç sevilmediğini taş gibi anlamak
- hoş geldin Türk!... bulutlu biraz dalgın birden ayağa kalkmış bütün umutların adını verdin varlığını adadın bu ülkeye
- çünkü toprak dinledim demir anladım kömür [duydum davullar dağıttı göklere savaşlardan dönmezliğimi çünkü bol kurşun yedim besmele'yle vuruldum bilirse düşman bilir öyle kolay ölmezliğimi bir mehmed kalktımsa ayağa bin mehmed [oturdum Asya'dan aldım Türk'ü Avrupa'ya getirdim yanardağlar kıskanır böyle ateş sönmezliğimi emperyalizme karşı her süngü benim adım Mustafa Kemal'den bu yana mehmed [sıradağlarıyım
- insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır
- düşman fısıltıları en dost bildiğin ağızlardan gelir
- olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması
- /ç koçaklaması/ Fransız ortamında dikkatimi bir şey çekiyor, savaşlarına, seferlerine aşırı önem vermeleri: halk olarak bir marifet mi yapmışlar, edebiyatları onu anlata anlata bitiremiyor artık, sonra sonra, aynı şeyin öteki halklar için de öyle olduğunu görüyorum. Sözgelişi, beni İsrail'in göçü nice sanat eserine konu oluşturmuş, birden, öğrenciliğimizden başlayarak 'dalga geçtiğimiz' Türk göçünün heybet ve dehşetini fark etmeyeyim mi? Öyle ya, bir halk, vatanını bırakıp, neresi olacağını bilmediği bir yere vatan aramaya gidiyor, hangi düşmanlarla karşılaşacağı, başına neler geleceği belirsiz, çapı büyük, boyutları son derece geniş bir toplumsal serüven bu, yazılsa yazılsa her şeyiyle Türk olan bir destanla yazılır. Yapmaya çalıştığım da bu. önce çok Türk bir ses arıyorum, buluyorum: ç Sesi, sonra içeriği halk ağzına yerleştirmeye çalışıyorum, bir iki aylık bir çalışmadan sonra oluyor, şiir Varlık'ta çıktı sanırım, o tarihte başka bir dergide kim olduğunu hatırlamadığım bir yazar üzerine basmış, bu şiirle hanidir şiir yayımlamamış olan Attilâ İlhan'ın hâlâ yaşadığına dikkati çekmişti, o günlerde Türk şiir ortamı öyle rezil bir İkinci Yeni curcunası yaşıyordu ki, dışlarında kalan herkesi silmişlerdi, sonra da biz onları sildik ya, neyse.
- Osmanlı kasidesi ... severim ben bu şiiri, Osmanlı geçmişinin palavrasını ayıklamış, özüne inmeye çalışmış gibime gelir, ilericiliğin Osmanlı dönemini ve uygarlığını yadsımak demek olmadığını kavradıktan sonra, böyle bir şiirin yazılması zorunluydu, buna karşılık, okurların şiire gereken önemi verdiklerine de emin değilim, tadına gereğince vardıklarına da!
- Sen orada bekle ben burada İçimde aciz bir köpek gibi olan yalnızlığım Çünkü ben buradayım, sensiz karanlıktayım Son aylar da güneşin doğduğu yerler kan kokuyor Ve beni kan tutuyor Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin Yanımda olmadın mı daha bir seviyorum seni Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil Bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak Her sabah kolay mı sanırsın Bu nedenle ölmek hakkımı artık kullanmak istiyorum
- Maria Missakian / Attila İlhan yüksekkaldırım'da bir akşam maria missakian'ı düşündüm eğer kendimi bıraksam yağmur olabilirdim yağardım kasım'da bir çınar olurdum yaprak yaprak dökülürdüm kalbimi sıkı tutmasam döküp saçıp boşaltsam içimde yükselen şiiri kaldırımlara döküp harcasam gözleri balıkçıl gözleri dudaklarında tutup rüzgarı maria missakian adında biri gelse göğsüne kapansam gece gölgesine sokulsam gökyüzünde bulutlar büyüseler yağmuru dinlesem anlatsam şimşekler kırılıp dökülseler bizi sokoklarda bıraksalar leylekler üşüyüp gitseler dönüp arkalarına bakmadan yine akşam oldu attilâ ilhan üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı belki paris'te maria missakian avuçlarında bir çarmıh acısı gizlice bir sefalet gecesi çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i sana kaçmayı tasarlar her akşam