- İnsan'dan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi...
- Evde bir ölüm sükûtu var. Sual sormağa korkuyorlar. Ah bir sorsalar da seni anlatsam... Ah bu rezil dünya seni tamsa, seni öğrense, seni anlasa... Kurbanın olurum Leylim, kendini üzme, boşu boşuna haksız yere kendini üzme, kurtar kendini.
- Ben ki değil yalvarmak, kimselere rica bile etmedim. Bak, sana nasıl yalvarıyorum. Bu, senin, hiçbir peygambere, hiçbir kahramana kısmet olmayan büyüklüğünden... Güzelliğinden... Kutlu ve saygıya lâyık oluşundandır.
- Üzme hiç kendini, ölürüm sonra. Ölmek, hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, sıcak, dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek, acı da olsa katlanılır. Ama senin bu bedbin halini görmek...
- Yaşaman, asıl senin yaşaman lâzım. Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı?
- Ve hiçbir kahraman, hiçbir aziz, hiçbir hergele, sana azâp veremez! Azâbı, sen kendin icat ediyorsun. Beni de böyle berbat ediyorsun.
- Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki... Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii.
- Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!
- Yaşaman, asıl senin yaşaman lâzım.
Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı? - En iyisi sana imdat etmektir. Özlemektir seni, geberesiye. Ses etmektir, haykırmak.