- "Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır... Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, insan ediyorsun, yaşatıyorsun..."
- "Ben ki değil yalvarmak, kimselere rica bile etmedim. Bak, sana nasıl yalvarıyorum. Bu,senin, hiçbir peygambere, hiçbir kahramana kısmet olmayan büyüklüğünden... Güzelliğinden..."
- "Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin."
- *Elim erse, ayağım tutsa, seni bütün cihanın görebileceği bir kuleye çıkarır ve bağırırdım: "İşte, insan buna derler! Böyle olmağa çalışın."
- "Dünyanın bütün şehirleri onların olsun, tek sana yakın olayım."
- Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm
Karnımda sözüm var
Haldan bilene. - Bazıları öyledir, okumazlar, ciddi düşünemezler. Gene de aydın olmaktan vazgeçemezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa, bir müstesnalık bulurlar. Bu, bir toplum derdidir. Ferdi bunlardan ötürü ayıplamak pek doğru ve yerinde olmaz. Bilirsin ki insan, muhitiyle doğru orantılı gelişir, örnekleşir vs. Şimdi bunları niye yazıyorum değil mi? Aramızda ve etrafımızda öyleleri var ki, onlarsız edemeyiz demeyeyim de, rahatça münasebetlerimizle öyle bir tiryakilik peyda etmişizdir ki kopamayız. Kopmak da yanlış ve zararlı. Bunları böylece kabullenmeliyiz, az çok kendimizde de bu haller vardır. Bu tiplerin belirli vasıflarından biri boşluk, ne yapacağını bilmemezlik, eğlence ya da bir iş uydurma gayretidir. Dedikodu cadısı bunların alt şuurunda tezgah kurmuştur. Bir hamallar, bir de bilginler dedikodu yapmaz. İşleri, gerçekten buna ne vakit bırakır ne de müsaade eder.
- Bana bu kudreti
verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek,
galiba pek resmî kaçar. Hattâ ben, züppelik diyorum
buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut
kıymet hükümlerini ve canımı fedâ etmekle belki biraz
hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş
olamam... Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh
hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim
ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır... Ama senin
mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine
yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun... - Evde bir ölüm sükûtu
var. Sual sormağa korkuyorlar. Ah bir sprsalar da seni
anlatsam... Ah bu rezil dünya seni tamsa, seni öğrense,
seni anlasa... Kurbanın olurum Leylim, kendini üzme,
boşu boşuna haksız yere kendini üzme, kurtar kendini.
Bak, yanında ben varım. Seninle olduktan sonra yapamayacağım
ne vardır? Önce kendine inan, kendini sev,
sonra bana bel ver, bana yaslan, bak yaşaman nasıl
aslî cevherini gösterecek. Üzme hiç kendini, ölürüm
sonra. Ölmek, hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, sıcak,
dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek, acı da olsa
katlanılır. Ama senin bu bedbin halini görmek... îşte
mesele burada. Artık tek mısrâ yazamam, bir satır
uyku uyuyamam. Yerin dibine batsın hepsi. Ne bok
yemeğe sana iki yıl daha önce rastlayamadım. Ben ki
29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini
çekiyorum. - Düşün, İstanbul'a gelme umudum
olmasa, çoktan kendime kıyardım. Bilirsin, ölüm
benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be!
Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan,
öyle sevdirensin ki... Seni tanımak, seni bir kerecik
bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha
hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana
tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir
iştir. Zor da değil halbüki, ama İNSAN olmak lâzım.