- Kimselere mecbur olmadım, olmam da.
Yiğitliğim ve rivayet olunan
erkekliğim, bundandır... Ama senin
mecburun olmak, beni hiç mi hiç
küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun,
İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun... - Kayb, berbat ve sessizim... Sessiz ve dolu:(...)
Hınca hınç mısra doluyum. - Ben senin mecburunum - başkaca yokum - yasak şiirimdir her halin ayrı - isyanını seviyorum genç, güzel, cesur...
- Zaten yaptığımız ne ki? Kimsenin karnında açlığı, ayağında yalınlığı ve sırtında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek. Hepsi bu.
- Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil.
- Bak nerelere aldın götürdün. Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim; bu uzak, manasız ve korkunç düşleri sana nasıl yanaştırabildim diye. Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin. Affet bu "anıt" lafı soğuk, yakışık almadı. Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım. Rüya! Ne güzel. hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek.
- Seviyorum seni çıldırasıya...
- Yaşayış tarzına gelince, merak etme en iddialı, en halkçı hükümetlerin, sefir ya da konsolos-kavas karıları, seni geride bırakan bir özenti ve lükstedirler.
- Ve sen daha demincek -yıllar da geçse demincek- Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm. Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim...
- Leylâcığım,
Gene suskunluklara, iyi saatte olsunlara karıştın!
Öyledir kâfir dünya. Biraz erincimiz, biraz günlük gecelik can avuntumuz oldu mu, unutuveririz dostu, canı. Uzaktakini. Dağlarla, deli sularla, yasaklar, pis ve kuş beyinli katil adamlarla, senden ayrı düşeni.
Nicesin?