*Unuttum. Korkmayı, sakınmayı. Seni alamazlar benden. Tılsım bu işte. Ayakta, fırtına gibi beni tutan bu.
*Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel...
*Hınca hınç mısra doluyum. Kara ve yeşil fon, hepsinde hakim. Biraz kendime geleyim, mendillerine, bluzlarına, yastığına mısralar serpeyim. Ha?
*Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum.
*Uçakla mı gelirsin, rüzgarla mı, bak bak da gör, asıl ölmek isteyen benim. Niye mi? Ah nasıl anlatayım... Bir de şairim ha! Hiçbir bok değilim... Sensizlik, ayrılık, ölümden çok daha rezil, çok daha ıssız, manasız, ve boş... acı ...
*Ben ki 29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum.
*Ablacığım! Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah hemi billah bu böyle. Sensiz, ''to be or not to be'' bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa, taşa çarpılır. Müstehaktır...
*Sensiz edemiyorsam bu bana ancak yücelik, haysiyet verir. Dünyaya geldiğime pişman değilem! Seni tanıdım çünkü. İnsanların yarıdan çoğunun beyinleri, oraları çalınmışsa dünyamız -o güzelim aklımıza zarar- puştluklarla doluysa, koymaz bu bana. Çünkü sen varsın. Sen tek başına, cihanın bütün haksız, canavarca düzenine karşı beni ayakta tutabiliyorsun.
*Canının her milimetre karesine varıncaya, bir canlı imgeni gökyüzlerinde gezdirmek geçer içimden.
*Kişi, kabiliyetine ve haysiyet duygusuna göre acı çeker, sevinç duyar. Ölmedim. Son sözümü de söylemiş değilim, değiliz. Sen sağ ol. Sen sağ ol, sıkılma ve üzülme. Zaten yaptığımız ne ki? Kimsenin karnında açlığı, ayağında yalınlığı ve sırtında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek. Hepsi bu. Oysa bunu hacı nenem de bilir!
*Ölüm bile getirsen güzelsin ömrüm. İnan bana. Bütün yüreğimle söylüyorum bunu. Bağırabilirim de. Ne var? Gene mi ''ötekiler''le mukayese beni? Maşallah sevgilim! Çok mültefitsin... Korkunç vuruyorsun. Hem eldivensiz. Vur canım. Aşağılık olsa bile hoşuma gidiyor bu halim. ''Ben senin mecburunum - başkaca yokum.''
*Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup ''nasılsın'' diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan.
*Yüzünü, sesini bir özledim ki sorma.En çok da burnunu. Nezleysen bir kağıda silinde gönder bende olayım. Hasretim soğuklara, belalarına...
*Kalıyor seni görmek. Bu görmek, görüşmek deyimi senin. Bi tuhaf, bi tedirgin. Bana öyle geliyor ki sen beni ''görmek'' istemiyorsun. İşte oraya gelmeme engel ya da sebep olan asıl bu. Gelicem, kahveni, cıgaranı içicem, sonra da iyi akşamlar, iyi geceler, sayın bayan, sayın bay deyip boynumu kırıp gidicem; otele ya da bir gecekondu yatağına. Allah kahretsin, bunu düşündükçe geberesiye tiksiniyorum dünyadan. Ama gerçek bu. Senin bunu değiştirmeye arzun yok. Benim de bunu istemeye hakkım yok! Geleneği, yasayı, alışkıları böyle oturtturmuşsunuz bir kez. Öyle ya Tanrı hazretleri bana soracak değildi herhal. Ölümü bir kurtarıcı saydığım anlar bunlar. Bu kadar azap neye? Ne halkımın sevgisi, ne görev, sorumluluk duygusu buna baskın gelemiyor. Senden de umudu kestim. Ne umudu be! Hakkım yokken umut neye?
*Ve dünyamızın kocaman bağrına senin adını, cehennem ateşinden harflerle yazacağım. Dante Alighieri de şaşsın işte!