- Öyle değil halbuki Leylâ, alışmamıştık amma,
alışa bilirdik ve alışacaktık... Netekim verdiğin dost
kalma sözünde durursan ve ben de burada kaldıkça
alışacağız da... Sonra Leylâ bazen neler düşünüyorum
bilsen, bütün bu bağlardan kurtulup başka yerlere
kaçmak, çocukken rüyalarımı çalan sıcak iklimlere
doğru uçmak istiyorum... Amma yine de biliyorum ki
Leylâm, bu imkânsız. - Leylâcık,
Bazıları öyledir, okumazlar, ciddî düşünemezler.
Gene de aydın olmaktan vazgeçemezler. Hâttâ aydın
kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de
olsa, bir müstesnalık bulurlar. Bu, bir toplum derdidir.
Ferdi bunlardan ötürü ayıplamak pek doğru ve yerinde
olmaz. Bilirsin ki insan, muhitiyle doğru orantılı gelişir,
örnekleşir vs. Şimdi bunları niye yazıyorum değil
mi? Aramızda ve etrafımızda öyleleri var ki, onlarsız
edemeyiz demeyeyim de, rahatça münasebetlerimizle
öyle bir tiryâkîlik peyda etmişizdir ki kopamayız. - Canım,
Ne güzel kızsın sen! Ne yiğit dost. Tam kötülemişken,
yakışıksız naneler düşünürken çıkar gelirsin.
Yalancısın da. Kurban olayım o huyuna. Kendin
üzgün, bezginken, bana öyle görünmezsin. Yük, yük
dediğin bunlar işte canım. Durup dururken, müzik,
düşler, serseri firar duyuları ve günlük kahrolası bir
alay şu bu varken, kalkıp bi de beni çekip çevirmek.
Ulan İsa mısın ne? Severim oysa onu ama senin halın
başka. İsteyince daniska güzel de yazıyosun. Kokunu,
sesini, nefesinin tükürük karışan serinliğini duydum
âdeta. "Atma!" diycen ya, inan öyle işte. Her seferinde
bir hal olur bana. Nedir bu şendeki, sen daha iyi bilirsin.
Biliyorum hınzır oğlanın biriyim. İtlik ettiğim de
oluyor. Derken aklıma düşersin, utanır, ezilirim. Ama
günün birinde seni de dinlemiycem galiba. " Canın
cehenneme!" desene be! Hep çene bunlar! - Evleneceksin demek?
Herhal çocuğu sevdin! İnşallah mesut olursun canım.
Ama müstakbel kocan bana yazdığına kızmayacak
cinstendir inşallah. Yoksa seni kaybetmek, sesini duymamaktansa
gebereyim daha iyi olur. - Daha daha nasılsın şaheser
dost? Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamıycam
diye korktuğumu söylemiştim bir kere. Hâlbûki nasıl
yanılmışım! Hasta hâfızama çakılmışsın âdeta.
Elim erse, ayağım tutsa, seni bütün cihanın görebileceği
bir kuleye çıkarır ve bağırırdım: " İşte, insan
buna derler! Böyle olmağa çalışın!" İki milyar beş yüz
milyon âdem evlâdının seni tanımalarını, öğrenmelerini
istiyorum, anlıyor musun? - Nasılsın canım? Kansızlığın, allah kahretsin, yorgunluğun geçmedi mi daha? Bana kalırsa yanlış bir kanıdasın. Aklına ziyandır öyle şeyler. Sen yorulmayacak, usanmayacak, ölünceye genç kalacak ender yaratılan kızlardansın. Eski, yiğit haline gelebilmelisin. Yoksa beni, "bu mısrâ, hele yâr, bu asi tutku" kim avutabilecek. O gün, hiç gelmeyecek. Ama gelirse, yaşamaların, umutlanmaların sahiden bir anlamı kalmazsa, haber et bana suskunluğa beraber gidelim. Benden önce böyle bir yolculuğa çıkamazsın zaten. Son tramvayı kaçırsam bile, imansız, rahipsiz, merasimsiz, gelir sana ulaşırım ilk durakta. Üzerimde künyemsi hiçbir şey bulunmamalı. "Bir garip öldü diyeler - Üç günden sonra duyalar - Soğuk su ile yuyalar - Şöyle garip bencileyin." Ne güzel demiş! Yunmuş, arınmış, katkısız, riyasız seviler şâiri Koca Yunus! Bak nerelere aldın götürdün... Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim; bu uzak, mânâsız ve korkunç düşünleri sana nasıl yanaştırabildim diye... Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin. Affet bu "anıt" lafı soğuk, yakışık almadı. Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım. Yaşama rüyası! Bu sefer tutturabildim. Rüya! Ne güzel. Hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek... Evet, nasılsın canım? Dünyamız iyiye, nispi de olsa beraberliğe, hoş görürlüğe doğru hızlandı. Seninle bir sofrada şiirden, evrenleri dar bulan yüreklerimizden, yalana, kötü-haram suların için-için akmasına, budalaca korkulara karşı, çoğu zaman bizi de yoran, umutsuzlandıran çabamızdan açıp, çarpılacak mıyız dersin?
- Sevgili Canım,
Galiba, tek çıkar yol sana durup dinlenmeden yazmak. Hoş, bütün işim, seni düşünmek ya! Bu bok soyu alışkanlıklar, töreler, günah sevap ve ayıplar köleliği olmasa... Bütün tedirginliğimiz bundan. Bundan, yüzünü hayalledikçe ağzımın acılaşması. Şiirimdeki korkunç çırpınış, doymazlığım ve ölesiye beni terk etmeyecek hiçlik... Tanrıların beni kandırabilmelerini isterdim yahut ölümün anlamlı bir nen olmasını.
Oldum olası idealist değilim. Materyalist felsefe çok şeyler verdi ama doyurmuş, kandırmış değil beni. Ya sen olmasaydın! Büsbütün iğrenç bulacaktım evreni. Saçmalamıyorum ya? Seninle, yüzyılların hayvan ötesi tutukluğuna ve donan insan düşüncesine bir can, bir haysiyet verebiliriz gibime geliyor. Yalansız, riyasız, çıkarsız bir haysiyet. Belki ömrümüz yetmez başarmaya, hiç değilse en zekilere ve teşnelere duyurabiliriz. Şimdi birileri olsa "Boş ver bu iri lafları, yaşayalım" derdi. Yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin?
Ben bütün bu -belki de mânâsız- iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum. Bir pınar, bir dağ suyu gibi dinlendiriyor, kandırıyorsun. Bu bakımdan gelmiş geçmiş âdemoğulları içinde şüphesiz en şanslı durumdayım. Nasıl kıvanıyor, gizliden gizli seviniyorum bilsen... Kimseler yaşayamadı bunu diyorum. Kırılmış, balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim, doğru. Ama seni tanıyorum. Kimselerin tanıyamayacağı, belki kabataslak bakıp içinden geçireceği seni... Ne dersin, düşünmenin ilmini alıyor muyum acep? Sen psikolojiyi benden iyi biliyorsun. -Daha doğrusu benim bi bok bildiğim yok.- Bu bahiste de gene en doğru sen düşünürsün. Bildiğim ve cesaretle söyleyebileceğim tek şey, abstrait olarak DÜŞÜNCE'yi bile sensiz ele alamadığımdır. Düşünceyi ve evreni. Hiç de dar bir görüş değil bu. Aksine ufkum, dehşetli genişliyor. Bilmem bu halime ne dersin dostum? Sağlığına, kocandan memnun olmana çok seviniyorum lâkin tembelliğine ve bana çok geç yazmana gitgide içerliyorum ha! Sana kızılmaz oysa. Kırılınmaz. Belki de kırgınlığım kendime. Seni ve çevreni rahatsız edebileceğimi aklıma getirmeden, paldır küldür mektup yazışım bir intihardır belki de. Ödüm kopuyor Leylâ. Seni kırarım, üzerim yahut bunlara sebep olurum diye. Ben ki dünyada -gelmiş geçmiş- üç beş kişiden gayrısına saygı duymadım. "Dost, dost diye hayaline geldiğim - Dost ise çevirmiş yüzünü benden - Hani dost uğruna can baş verenler? - Evvel kekitmezdi gözünü benden", müthiş bir türkü bu. Şairi de çok çekmiş anlaşılan. Bak, yaşamış, dövüşmüş, yenilmiş, kelle vermiş gitmişler. Türküleri kalmış. Bizler insan olalım, sevişelim, kötülüklerin kökünü kurutalım diye, kalmış türküler.
Sana mutlaka geleceğim. Ne bok yerse yesin kötüler, geleceğim. Pusuda fırsat kolluyorum şimdi. Bir an bile yalnız, sıkıntılı kalmana dayanamam. Palavra tabiriyle şerefli, gerçek anlamıyla yegâne zevkli ve vazgeçemeyeceğim bir duyu bu. Buna da "ne dersin?" diyeceğim.
Oturup yazsana bana. Boş vaktin çok. Yazmaktan sıkılıyorsan, telefonunu ver de konuşur sorarım hiç değilse. Hem "Ne yaparsan yap, istersen küfret ama senin için aklıma bile getiremeyeceğim şeyleri düşünme" diyorsun, hem de ayda yılda bir mektubu reva görmüyorsun Ahmet kuluna! Bir zaman "bu merhamet" diye dellendim. Sonra sana bunu yakıştırmanın namussuzluk olacağını düşünerek tiksindim bu duyudan. Sahiden bâzı çok eşekçe ihtimaller geçirmişim aklımdan. Affet canım. Senden daha mert ve daha erkek kim geldi ki bu dünyaya. Uzaklıktan, ayrılıktan ve kötü günlerimin çokluğundan, anlaşılan. Affet e mi? İçimde tutamam, senin hakkında acı bir düşüncem olursa. Söylemesem sana zehirlenirim. İyi ve güzel düşünleri de. Zaten, senden gayrı güzel düşün olur mu ki.
Hiltonoman hanımlarla nasılsın? Kendisi yatmayı göze aldı ama yatılacak gibi mi acep? Hoş benim bu taraklarda bezim yok, otel komisyoncusu değilim, zengin hiç değil. Gene de hayalim işledi işte. Ne dost, ne güzel, ne ölünecek kızsın be! Bu bok hengâmede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara rağmen sen varsın. Sen yaşıyorsun. Veyl onlara ki seni tanımadan ölüp gitmişler! Veyl! Hâlâ da tanımayanlara. Gözlerinden öperim canım. Hemen yaz. - Hepsi geçti. Etim zehir gibi gene. Kemiklerim hâlâ çocuk. Saçlarıma tek tek aklar dadandı! Hoşuma gidiyor. Ustalaşıyor, daha bir acı, daha bir erkek oluyorum gitgide. "Her şey kalakaldı suskun - Bir canı tüketirsin - Bir can gözlersin" devam et Leylim. Sarhoş ettin, çarptın beni. Kıskanıyorum bu mısrâlarım. Sana her vakit demeli miyim, büyük şâirsin? Çabuk tamamla gönder bana. Hergelelik etme, bekletme. Bu kadarcığı bile korkunç. Ne var ki bir iki dörtlük daha döşenirsen s..tik anasını dünya edebiyatının, göreyim seni. Biraz da takılayım sana! Kim bu gözlediğin can? Vay anam vay! Yandın Ahmed Arif. Yandın gâvur a...ı gibi!
- Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup "nasılsın" diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek. Senden bir ricada bulunucam ama en iyisi şimdilik susmak. Mâdem sen sözünde durmadın ben de sürpriz yapıcam! Şaşırtıcam seni! Hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez, tadı kaçar sonra... Gene de ödeyemem. Böylesi daha güzel. Sana mahkûm kalmak güzel. Gözlerinden öperim. N'olur yaz.
- Gene de cehennemin hangi zulasında olsan, bana bir el, bir "cık!" edersin diye umutlandım. Hattâ umudum gurura kadar varır ara sıra. Senin olmak, böyle korkunç-güzel ve kendi kendine yeter bir iştir. Budala mıyım, de bana. Yüzünü, sesini bir özledim ki sorma. En çok da burnunu. Şaka değil. Nezleysen bir kâğıda silin de gönder ben de olayım. Hasretim soğuklara, belâlarına... Bak hele, elin hanımına, âlemin "aile kadını"na neler yazıyorum! Duyan, "zırdeli" diycek, öyledir. Delinim. Hemi bütün belalar, hemi de bütün sevdalar, bilir. (Galiba mısrâ düşürdüm!) Delin, divânenim işte. "Ulan madara herif, ulan hergele, madem halin bu, çek gel!" dersin belki. Yakın, o boku da yiycem... Yokum. Varsam, sensin ya da... Hiçbir kararım yok. Düşünlerim, duyularım önünde bir barikatsın ki, hiç âmân vermez. Ne olucaksam seninle ya da senden sonra olucam, anlatabildim mi ki? Örneğin boğazımdaki lokmada, yudumladığım suda, arşınladığım kaldırımdasın.