- Satrancın çekiciliği temelde bir tek şeyden kaynaklanır; stratejisinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden.
- Bu tinsel savaşta siyah, beyazın o an hangi manevrayı yapabileceğini bilemez ve sürekli tahminler yürütmeye ve çıkış yolları bulmaya çalışır, öte yandan beyaz da siyahın hain amaçlarını anlamaya ve baltalamaya uğraşır. Siyah ve beyazı aynı kişi oynarsa, tutarsız bir durum ortaya çıkar, aynı beyin bir yandan bir şeyi bilmek, öte yandan bilmemek durumundadır, beyaz olarak oynarken bir dakika önce siyah olarak istediği ve amaçladığı şeyleri kafasından silip atabilmelidir. Böyle bir ikili düşünme, bilincin tümüyle bölünmesini gerektirir, beyin işlevinin mekanik bir alette olduğu gibi istendiğinde açılıp kapanmasını ister; yani satrançta kendine karşı oynamak, kendi gölgenin üstünden atlamak gibi bir çelişkidir.
- Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum. Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girişmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre bir hırsa, bir sabırsızlığa kapılıyordu; siyah olan ben; beyaz olan ben'in yapabileceği her hamleyi heyecanla bekliyordu. Bir tanesi bir yanlış yapınca, öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu.
- Şahsen ben, bir kadının içgüdülerinin peşinden özgürce ve tutkuyla gitmesini, bilinen örneklerdeki gibi kocasını onun kollarındayken, gözlerini kapayarak aldatmasından daha dürüstçe buluyorum.
- Bu çocuk duvarlarla çevrilmiş beyninin içinde yanızca tek bir şeyi biliyor, aylardır tek bir satranç oyununu kaybetmediğini; ve dünyamızda satranç ve para dışında başka değerler de bulunduğundan haberi olmamasından ötürü, kendisinden etkilenmesi için her türlü nedeni var.
- İnsan gençken yalnızca başkalarının hastalanıp öleceğini düşünür.
- Her mucizenin gerçeklikte kendine ait bir aynası yok muydu ve oluşmakta olan bir hayatın fark edilmiş her anı erişilemez olanın ışığı, edebiyen akla hayale sığmaz olanın rüzgarı değil miydi?
- "Kaderin şımarttığı, ailesinin nazli yetiştirdiği, refahtan neredeyse isteklerini yitirmiş bu dayanıksız kadına karşılaştığı ilk sıkıntı bile fazla gelmiş gibiydi."
- "...Kendi geçmişine bir uçuruma bakar gibi bakıyordu. Sekiz yıllık evliliğinde, mutluluğunun faLa sıradan olduğuna hükmederek kocasına yakınlaşmaya çalışmamış, ona ve kendi çocuklarına yabancı kalmıştı."
- "Hayatı yavaş yavaş yeni bir anlam kazanıyor, ilişkileri birdenbire ciddi ve önemli yanlarıyla görmeye başlıyordu. Tehlikeyle, dolayısıyla gerçek duygularla tanıştığından beri en uzağındakine kadar bütün hallerle bir ortaklık hisseder olmuştu. Kendini her şeyde hissedebiliyordu, onun için eskiden cam gibi saydam olan dünya şimdi aniden kendi gölgesiyle karararak bir aynaya dönüşmüştü. Baktığı, izlediği her şey bir gerçeklik kazanmıştı birdenbire."