- Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.
- Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.
- Böyle durumlarda herkes, güçlü bir alışkanlığa, bir tutkuya sığınır: Ayyaş içer, edebiyatçı yazar, yontucu taşı yontar, acısını dindirmek için her biri, en kuvvetli iç güdüsünden medet umar ve gerçek sanatçı, kendi bağrından şaheserler yaratır. Ama ben, ki zevksiz ve biçare biriyim, kalemdanlar boyayan bir ressam parçası, ben ne yapabilirim?
- Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.
- "Vücuttaki kan pıhtılaşıyor, bazı organlar yirmidört saat sonra çürümeye başlıyorlar ya; saçlar tırnaklar ölümden sonra daha bir süre uzamaya devam ediyorlar. Kalp durunca duygular düşünceler de kayboluyor mu, yoksa kılcal damarlarda kalan kan sayesinde belli belirsiz bir hayat sürüp gidiyor mu? Ölüm olayı aslında korkunç bir şey; ya öldüklerini kavrayanların hissettikleri? Yaşlılar vardır, gülümseyerek ölürler, uykuda sağdan sola döner gibi veya sönmesi gibi yağı biten bir lambanın. Ama sağlam bir genç, ölüme karşı var gücüyle savaştıktan sonra birdenbire ölürse neler hisseder?"
- Ah, keşke ölümün eşiğinde olanların hepsi, bu benim gördüklerimi görselerdi! Bazen bunu da düşündüm. Istırap, korku, dehşet ve yaşama arzusu, hepsi bitmişti bende. Bana telkin ettikleri dinî inançlardan kurtulmuş, huzura ermiştim. Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. Kasap dükkânı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar. Evet, ikinci bir hayat düşüncesi korkutuyor, hasta ediyordu beni. Hayır, bütün bu öğürtü veren dünyaları, bütün bu iğrenç yüzleri görmeye ihtiyacım yoktu benim. Tanrı bir sonradangörme miydi ki dünyalarını ille de göstermek istesin bana?
- Hava henüz karanlıktı, sokaktan geçen bir güruh sarhoş polisin gürültüsüne uyandım.Kaba küfürler savuruyor,hep bir ağızdan söylüyorlardı: Gel gidelim içelim, Rey şarabından içelim! Şimdi içmezsek onu, Ya ne zaman içelim? Hatırladım,hayır,ani bir ilhamdı bu:bitişik odada bir şişe şarabım vardı,içine kobra zehiri katılmış ve bir yudumu hayatın bütün kâbuslarını yok edecek bir şarap... Ama o kahpe?.. Bu sözcük ona karşı arzumu daha da çoğalttı,onu daha diri, daha hararetli getirdi gözlerimin önüne. Bundan iyi ne tasarlayabilirdim:O şaraptan bir kadeh ona verir,bir kadeh de ben içerdim,aynı kıvranmalarla beraber ölürdük! Nedir aşk?O aşağılık kimseler için bir edepsizlik,geçici adi bir zevk,bir eğlence.O aşağılık adamların aşkları açık saçık şarkılarda, edepsizliklerde,sarhoş ayık tekrarladıkları pis iğrenç sözlerinde görülür...
- Yaralar vardır hayatta,ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen ,kemiren yaralar.
- Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir...
- Bakıyor ama görmüyordu.Ağız kenarlarında iradesiz,esrik bir gülümseme donmuş kalmıştı.