- Şimdi vücudunun sıcaklığını hissedebiliyor, gür siyah saçlarının nemli kokusunu içine çekiyordum. Bilmem neden, titreyen elimi, artık söz geçiremediğim bu eli kaldırdım ve hep şakaklarına yapışık zülüflerini okşadım. Parmaklarımı gömdüm saçlarına. Soğuktu, nemliydi saçları, soğuk, çok soğuk. Sanki günlerdir ölüydü bu kız, hiç şüphe yok, ölmüştü. Elimi yakasından koynuna soktum, memelerine kalbine koydum. Bir kıpırdı duyulmuyordu.
- Onu kendi tenimin sıcaklığıyla ısıtmak istedim, ona kendi sıcaklığımı verip ölümün soğukluğunu ondan almak istedim. Ola ki ona kendi ruhumu üflerim diye soyundum, yanına uzandım. Adamotu kökleri gibi, dişi erkek, bitişiktik birbirimize. Zaten erkeğinden ayrı düşmüş dişi bir adamotunu andırıyordu vücudu ve tıpkı adamotu gibi, yakıcı bir aşkla yanıyordu. Ağzı bir salatalığın içi gibi buruk ve serinletici. Bütün teni buz gibiydi, damarlarımdaki kan dondu, bu soğukluk ta kalbime işledi.
- Böyle durumlarda herkes, güçlü bir alışkanlığa, bir tutkuya sığınır: Ayyaş içer, edebiyatçı yazar, yontucu taşı yontar, acısını dindirmek için her biri, en kuvvetli iç güdüsünden medet umar ve gerçek sanatçı, kendi bağrından şaheserler yaratır. Ama ben ki zevksiz ve biçare biriyim, kalemdanlar boyayan bir ressam parçası, ne yapabilirim?
- Parmak uçlarına basa basa çekilip gidiyordu gece. Sanki yorgunluk çıkarmıştı, kanaatkârdı, bu kadarı yeterdi ona. Uzak, hafif sesler duyuluyordu. Bir göçmen kuş, rüya görüyordu belki, belki bitkiler büyüyordu. Solgun yıldızlar, bulut kümeleri gerisinde kayboluyorlardı.
- Bu kez tereddüt etmedim, küçük odadaki kemik saplı bıçağı aldım, önce büyük bir dikkatle, vücudunu bir örümcek ağı gibi hapsetmiş ince, siyah entariyi, üstündeki tek giysiyi uzunlamasına kestim. Uzamıştı âdeta, gözüme eskisinden daha boylu göründü. Sonra başını kestim, bir kaç damla soğuk pıhtılaşmış kaz sızdı gırtlağından. Sonra kollarını bacaklarını kestim.
- Beni dün gören, cılız sağlıksız bir genç adam görmüştü, ama bugün gören saçları ağarmış, gözleri kızarmış, yarık dudaklı, kambur bir ihtiyar görür. Pencereden dışarı bakmaya korkuyorum, kendimi aynada görmekten korkuyorum. Nereye baksam çoğalmış gölgelerimi görüyorum.
- Değişik dönemler, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, benim için boş sözlerden başka bir şey değil bunlar. Bunlar sıradan insanlar için, ayaktakımı için, evet işte aradığım kelime, ayaktakımı için, ki onların hayatları senenin mevsimleri gibi belirli mevsimlere, dönemlere bölünmüştür ve onlar, hayatın ılımlı kesimlerinde güvence altındadırlar. Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti âdeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi eritti.
- Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna; öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.
- Ölünün ağız kenarlarında alaycı bir gülümseme vardı. Elini öpüp odadan çıkacaktım ki, başımı çevirip bakınca çok şaşırdım, şimdi karım olan o kahpe içeri girmişti. Ölmüş annesinin gözü önünde, hem de nasıl hırslı, sarıldı yapıştı bana; beni kendine çekti, nasıl da ateşli öptü, öptü beni!
- Yalnız bildiğim bir şey var ki, bu kadın, bu kahpe, bu cadı, ruhuma hangi zehiri damlatmıştı ki, onsuz olamıyordum, tenimin her zerresi onun her zerresine aşeriyordu.