- "Benim yanımdan geçmek zorundasın," der sfenks, mezar hırsızına, "sana engel olamam, ama geçmek zorundasın benim yanımdan; hele bir cesaret et, o zaman tanrıların, firavunun ruhunun öcü üzerine yağacak!" Bekçiyse: "Benim yanımdan geçmek zorundasın, sana engel olamam, ama cesaret edecek olursan beni vurman gerekecek, o zaman da mahkemelerin öcü üzerine yağacak cinayetten hüküm kılığında!"
- Gene de birbirlerine benziyorlardı, Jonathan'ın kanısınca, sfenksle bekçi, çünkü ikisinin gücü de araçsal değil simgeseldi. Ve yalnızca, bütün gururunu, bütün özsaygısını oluşturan, ona güç ve direnç veren, onu uyanıklıktan, silahtan ya da kurşun geçirmez camdan daha iyi koruyan bu simgesel gücün bilinciyle dikiliyor ve otuz yıldan beri nöbet tutuyordu ...
- Ama insan bir büyükşehirde sıçmak için bile olsun arkasından bir kapıyı çekip kapatamıyorsa, bu isterse ortak bir kat tuvaletinin kapısı olsundu, bu bir tek, en önemli özgürlük, yani kendi ihtiyaç görme durumunda başka insanların bakışlarından kaçınma özgürlüğü kişinin elinden alınmışsa o zaman bütün öbür özgürlükler değersizdi. O zaman hayatın hiçbir anlamı kalmazdı. O zaman ölüm daha iyiydi.
- Grenouille eğri büğrü duruyor, görünüşte ürkekliğini açığa vuran, ama aslında sinip beklemenin uyanıklığından doğan bir bakışla Baldini'ye bakıyordu. sizde çalışmak istiyorum Baldini Usta. Sizin yanınızda, sizin işinizde çalışmak istiyorum. Yalvarır gibi değil, bildirir gibi söylenmişti bu sözler, söylenmişte değildi aslında, püskürtülmüş, yılan hışıltısıyla ortaya fırlatılmıştı.
- "İnsanın felaketi, sessizce odasında, ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir," der Pascal.
- Parfüm zaman içinde yaşar; gençliği, olgunluğu, yaşlılığı vardır. Ve ancak hayatının üç çağında da aynı hoş biçimde koku veriyorsa başarılı olmuş denebilir.
- Onu elde etmeliydi,sırf sahip olmak için değil,yüreğinin dinginliği aşkına. (Sayfa 45)
- Çünkü insanlar büyüğe karşı, korkunca, güzele karşı gözlerini yumabiliyor, ezgilere ya da gönül çelici sözlere kulaklarını tıkayabiliyorlardı.
- Ama kokudan kaçamıyorlardı. Çünkü koku, soluğun kardeşiydi. Onunla birlikte insanların içine giriyordu, yaşamak istiyorlarsa karşı duramıyorlardı. Hem de tam orta yerlerine giriyordu koku, doğrudan kalplerine ve orada akla karayı ayırır gibi ayırıyordu ilgiyle aşağılamayı, iğrentiyle zevki, aşkla nefreti. Kokulara egemen olan, insanın kalbine egemen olurdu.
- Sonunda birbirlerinin suratlarına baktılar ve gülümsediler.Hayatlarında ilk defa sevgiyle bir iş yapmışlardı.