- "Şehzade, padişah babasının en sevdiği büyük oğluymuş. Babası oğlunun üzerine titrer, onun bir dediğini iki etmez onun için ziyafetler, şölenler verirmiş. Bir şölende şehzade babasının yanındaki kara sakallı, karanlık yüzlü bir adamın Azrail olduğunu anlamış. Şehzade ile Azrail göz göze gelmişler ve hayretle birbirlerine bakmışlar. Telaşlanan Şehzade şölenden sonra babasına davetlilerden birinin Azrail olduğunu, tuhaf bakışlarından onun canını almaya kararlı olduğunu gördüğünü söylemiş. Baba padişah telaşlanmış "Sen kimseye söylemeden doğru İran'a Tebriz Sarayı'na git, orada saklan" demiş oğluna. "Tebriz Şahı şu ara dostumuz, seni kimseye vermez." Ve oğlunu derhal İran'a yollamış. sonra bir daha şölen vermiş ve hiçbir şey olmamış gibi karanlık yüzlü Azraili de gene davet etmiş. "Padişahım, şehzade oğlunuz bu akşam yoklar" demiş. Azrail endişeli bir ifadeyle. "Benim oğlum gencecik bir delikanlı" demiş padişah. "İnşallah daha çok da yaşayacak. Sen onu neden soruyorsun ki?..." "Üç gün önce Hazreti Allah bana İran'a git, Tebriz Şahı'nın sarayına gir ve oğlunuzun, sizin şehzadenizin canını al! diye emretmişti" demiş Azrail. "Bu yüzden dün oğlunuzu İstanbul'da burada karşımda görünce hem hayret ettim, hem de çok Sevindim. Oğlunuz da benim kendisine bir tuhaf baktığımı görmüştü." Ve böyle dedikten sonra Azrail hemen sarayı terk etmiş. (Sayfa: 42)
- Kuvvetli, kararlı bir babamız olsun, bize neyi yapıp neyi yapamayacağımızı söylesin isteriz. Niye? Neyi yapıp neyi yapamayacağımıza, neyin ahlaklı ve doğru, neyin ise günah ve yanlış olduğuna karar vermek zor olduğu için mi? Yoksa suçlu ve günahkâr olmadığımızı işitmeye her zaman ihtiyaç duyduğumuz için mi? Bir baba ihtiyacı her zaman var mıdır, yoksa, kafamız karıştığı, dünyamız dağıldığı, ruhumuz durakladığı vakit mi isteriz babayı?
- İnsanın sevdiği, kıymetli bir şeyini kuyuda bırakıp sonra da unutması acaba neyin işaretiydi?
- Soluk renkleri,sonlarını yıllarca uydurduğumuz o olmayan ülkelerin,hiç yaşamamış hayvanların,inanılmaz silahların,düşsel renklerini hatırlatan bu insan yirmi üç yaşındaydı, Floransa' da, Venedik 'te "bilim ve sanat" okumuştu,astronomiden,matematikten,fizikten ve resimden anladığına inanıyordu; tabiki kendini beğenmişin tekiydi,kendinden önce yapılan şeylerin çoğunu yutmuştu,hepsine de dudak büküyordu;daha iyilerini yapacağından kuşkusu yoktu;benzersizdi;herkesten akıllı ve yaratıcı olduğunu biliyordu.Kısaca ,sırdan bir gençti...
- Sayfa 89'dan güzel anlamlı bir paragraf.."Uzun bir süre kimseyle konuşmadım;içime döndüm. Dünya ile arama uzaklık koydum.Dünya güzeldi,içim de güzel olsun istedim.İçimde bir suçluluk hatta kötülük yokmuş gibi yaparsam,yavaş yavaş kötülüğü unuturdum.Böylece hiçbir şey olmamış gibi yapmaya başladım.Hiçbir şey olmamış gibi yaparsanız ve gerçekten de hiçbir şey olmuyorsa,hiçbir şey olmaz sonunda."
- Bir anda bütün kalabalık,masada iki kırmızı saçlı kadının oturması;bu rastlantı hakkında konuşmaya başladı.Kaçta kaç ihtimaldir,uğur mu getirir,neyin işareti olabilir diye sorular soruyorlardı ki: "Benim saçımın kırmızısı doğal" dedi masanın öbür ucundaki kırmızı saçlı kadın.Hem özür diler gibiydi hem de gururlanıyordu."Bakın ,doğal kırmızı saçlılarda olduğu gibi benim yüzümde,kollarımda çiller var.Tenim de beyaz ve gözlerim de yeşil." Herkes bu kadına cevabım ne olacak diye bana döndü. "Sizin saçınızın kırmızısı doğuştan,benimki ise kendi kararım" dedim hemen anında.
- "Pazartesi gene geleceğim" dedim gülümseyerek. Çantamdan çıkardığım Dante Rossetti'nin yırtılmış,yapıştırılmış kırmızı saçlı kadın resmini verdim. "Romanını yazacağını bilmek ise oğlum,çok mutlu etti beni!" dedim. "Bitince kapağına bu resmi koyar,biraz da güzel ananın gençliğini anlatırsın. Bu kadın, bak, biraz benziyor bana. Tabii romanına nasıl başlayacağını sen daha iyi bilirsin ama kitabın,benim son sahnedeki monologlarım gibi hem içten hem de bir masal gibi olmalı. Hem yaşanmış bir hikaye gibi sahici,hem de bir efsane gibi tanıdık olmalı. O zaman yalnız hakim değil herkes anlar seni. Unutma, aslında baban da yazar olmak istemişti."
- Lokantacılıktan ne kazanıyor, birikmiş parası var mı, nerede oturacağız, sormazdım hiç. Ben böyle aşık olurum. (sayfa 226)
- Hiçbişey olmamış gibi yaparsanız ve gerçekten de hiçbir şey olmuyorsa, hiçbir şey olmaz sonunda.
- Ustamın ve kuyusunun, beni hayatımın sonuna kadar sıradan bir hayat yaşama mutluluğundan uzak tutacağını da yavaş yavaş seziyordum.