- Seçilen her yol seçilmeyene ilişkin bir feda ediş içermek zorunda.
- Suda ebrû, tezgâhta cilt, suhufta hat bozuldu. Geç oldu sözün bozulması. Kendi içindeki sınırları ihlâl etse bir türlü, etmese bir türlü, derinliğe devinip duran şiir bozuldu. Bir kuyruklu yıldız gibi "Geçti Galip Dede" şiirin semalarından: "Ya Hû!" ışığı kaldıysa da kendisi sonsuza değin görünmez oldu. Nihayet en fazla dayanıklı olan musiki oldu, ondanda kubbede kalan son seda Itri oldu. Besteye şelâle olan kalp, bir bestekârı padişah kıldığı için hayat bozuldu. Ân'ı çok sessizliiği böldüğü ve arka arkaya dizdiği zaman, nağme bozuldu, "Oyunun tadı kalmadığında" ahenk bozuldu. Hepsinin arkasında cennet düşüncesi, henüz fark edilesi değildi düşünce bozuldu. Sevda siyah demekti bir anlamıyla, sevdayı taşıyan kalpler bozuldu. Sevda. Esved. Süveyda. Ölmek, seçmek haline geldiği için; ruhlardan sürgün düştüğü için huzur. Aynaya yansıdığı için yansıması gerekmeyen şey. Görüntüden sonra ayna bozuldu.
- Gafletin bir kefareti olsa katbekat ödeyebilirim. Ama yok. Yitik zamanın peşindeyim.
- Ey Alemlerin Rabbi, Ey benim Rabbim,
İster sürgün et. İster kov, ister gönder bahçenden. Ama beni Senden gönderme. - Rabbim dedi;
Ey kalplerin Tartıcısı!
Çok bunaldım senin uzaklığında senden habersiz, cennetinden kovulmuş.
Çok yorgunum.
Bana bütün haberlerin yerini tutacak bir haber gönder.
Üzerime bir iyilik ve güzellik kondur.
Avunmalığım olsun, hiç ummadığım bir sevinç nasip et.
Latifsin, lütfet!
Lütfet bu gam denizinde tatlı bir dirlik olsun. - Nefret, aşktan boşalan yere dolduracak daha uygun bir duygu bulamayanlar içindir. Enerjisi aşk kadar yogun, aşk kadar ateş tek duygu belki nefret olduğundan. Aşkın yıkıntısını ancak o ayakta tutabildiğinden...
- Değil mi ki susmak en çok söylemekti...
- Niye ki bunca acı? Dünya imtihan yeriydi belli, bu da sınav amenna. Bu kadar sert sınanmak için ortada çok büyük bir aşkın olması gerekti. Allah'ın kuluna aşkı. Ne kadar çok sevildiğini mi bilmek istiyordu? Ve ki bunca sert sınavı da ancak kulun Allah'a duyduğu aşk katlanılır kılabilirdi... Dünya cennet değildi evet; olsaydı, cennetin ne anlamı kalırdı?
- Bir gün Züleyha, arkalığına beyaz sümbül dalları işlenmiş tahtırevanıyla geçiyordu kütüphanelerin ve tapınakların kenti olan kentinin sokaklarından.
Görkemli bir alayla geldiğini görenler saygı ve hayranlıkla kenara çekiliyor ve Züleyha'ya yol açıyorlardı. Zengin ve güçlüydü, en fazla da güzeldi ve kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı.
Birden bir meczub, ehil arslanları, atları ve arabaları aşarak Züleyha'nın tahtırevanının önünde dikiliverdi, yürüyüş durdu. Züleyha tül cibinliği aralayarak bu duraklamanın nedeninin anlamak istedi.
Gözlerini kaldırarak Züleyha'nın yüzüne bakmaya başladı meczub,
"Züleyha..." dedi, "sevindir beni!"
Züleyha kölelerine meczubun sevindirilmesi için işaret etti.
Köleler mor renkli kadife bir keseyi uzattılar avucuna; ama meczub oralı bile olmadı.
"Züleyha..." dedi, "sevindir beni, bana gülümse! Başka bir şey istemem."
Züleyha bu sesi hatırladı ve yüzüne dikkatlice bakınca, aşkını reddettiği silik bir yığın sima arasından bir zamanların ordu kumandanını tanıdı.
Usulca gülümsedi.(...)
Başını önüne eğen meczub sessiz ve sakin geldiği gibi çekiliverdi.
O günden sonra Mısır'ın lisanına "sadaka vermek" anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti:
"Züleyha'nın gülümsemesi..." - Adem, Havva ile yüz yüze geldi.
Dünya, nihayet "cennet gibi" değil, ilk kez cennetti.