- "Bazılarınız Ölüm Meleği'ni hiç beklemiyordunuz. Onun varlığına inanmayanlarınız bile vardı. Bu çok garibime gidiyordu. Sizler hep garibime gidiyordunuz."
- "Ölümü düşünmeye başlamak, dilinizin sürekli düşmüş bir dişe takılmasına benzer. Diliniz bir takıldı mı asla bırakamazsınız. Onu kurcalamak, çevresinde dönüp durmak zorundasınızdır. Zevkli olduğundan değil, aklınıza takılıp kaldığından ve hiç çıkmadığından. Ölüm, sizin en önemli takıntınızdı, siz de benim en büyük merakım. Ama benimkisi cazibeliydi, zaman zaman da çok zevkli. Bu yüzden birkaç kere vazgeçmeye çalıştıysam da yapamadım."
- "Kısacası şunu anladım ki insan olmak zor, zor olduğu kadar da muhteşemdi. Belki, zor olduğu için muhteşemdi."
- "İz bırakmak: İnsanın unutulmama çabası. Ölüme karşı kullanılan savunma mekanizmalarından biri. İnsanın en büyük arzusu. Bu uğurda akla hayale gelmeyen şeyler yapabiliyor insanlar ama hepsi beyhude bir çabaya dönüşüyor."
- Sabrım tükenince, kendimi koruyacak tek silahım kalıyordu: Öfke.
- Dünyadan kurtulmak ancak yine dünyadayken mümkündü. Sonsuzluk, ancak dünyadayken kazanılabilirdi. Ölümden sonra hiçbir pişmanlık fayda vermeyecekti. Hiçbir girişim işe yaramayacaktı.
- Hepimiz bir kutunun içinde yaşıyoruz şu an. Kimimiz bir odanın içindeyiz, kimimiz bir arabanın. Ya da kendi varlığımız, kendimiz için bir kutu.
- İki insandık, ama iki ayrı dünyaydık.
- Güneş bugün de doğdu. Ama biz farkına varmadık. Belki güneşten sonra uyandık, güneşten bile geri kaldık. Gökyüzünün alabildiğine sınırsızlığına aldırmadan başımız eğik yaşadık. Yani başımızda açan çiçeğe hayret bile etmedik. Yaz ayları bize sadece tatili hatırlattı. Kuru topraktan milyonlarca çeşit bitki yaratıldı. Bizse bu yaratılış karşısında hiçbir şey hissetmedik. Gözlerimiz, duygularımız, aklımız kapalı; uykudaydık.
- Nietzsche de babaannem de kabirlerine yanliz girdiler. Her seyi arkalarinda birakarak. Nietzsche, "ben varken olum yok, olum varken ben yokum" derdi. Babaannense, " ben varken her daim olum var, olum varken ben her daim var olacagim".