- Senden sonra da bir hayatım oldu, yaşadım, evlendim, bedenim başka birinin bedenine yaklaştı, başka bir el dolaştı vücudumda, başka birinin kokusu sardı etrafımı... Ama bu aşk değildi, aşk haram oldu bana, aşk hep uzağımda kaldı, bedenim, ruhum bir daha aşk nöbetine tutulmadı. Sen varken, yüreğimde senin aşkın vardı, kokunu hissediyorum. Ceco... Senden sonra aşkın ilahi bir düş olduğunu anladım, ruhun cenneti olduğunu... Seni kaybettikten sonra anladım bunu.
- "Yasak, ceza, kaçış, mazlumiyet, gurbet,
kimsesizlik, çaresizlik ve kahrolası bir
kader: Maceramın özeti budur..." - "Ben, bana benzer karakterleri
yazmıştım. Ben bir mağlup ve
mağdurdum; bir öteki ve barbardım; bir
yabancı ve sürgündüm. " - İnsan köklerini yabancı bir toprağa salamaz.
- Manzarayı seyrediyor Kevok. '' Allahım! '' diyor, '' Bu doğadaki tuhaflığın mantığı ne? Şu doğaya bak,hem korkutucu hem de bu denli çekici, bu denli güzel...An geliyor canavarlaşıyor, her şeyi yutuyor,an geliyor bir anne oluyor, her şeyi şefkatle kucaklıyor. Demekki Newroz'u burada karşılamak vardı kısmette. Nasıl da yeni renklerini kuşanmış doğa, nasıl da dirilmiş böyle..Her şeyi önüne almış sürükleyen bu nehir, aylarca bekledikten sonra bütün görkemiyle yeryüzüne çıkan bu çiçekler, yeşeren çimen ,gür otlar...Hepsinin üstüne bu bin bir dilden bin bir türkü söyleyerek ötüşen kuşlar...Her şey sonsuz bir özgürlük içinde ''
- İncecik, kıl gibi ince bir sızı Kevok'un yüreğinden çıkıp beynini deliyor. '' Rênas ''diyor Kevok fısıldar gibi hafif bir ninni söyler gibi. ''Rênas... Rênas.'' Rênas'ın gözleri kapalı, yüzüne kan bulaşmamış, ağzı gözü toz içinde, derin bir uykuda sanki. Yüzü sapasağlam uyumuş gibi, bir düş görmüş gibi, öyle sakin öyle huzurlu, öyle masum yatıyor.
- Toprağa düşecekler,Baz bunu biliyor,toprağa düşerken doğa türkülerini söylemeye devam edecek. Bu türküler kefenleri olacak, onları sarıp sarmalayacak.
- Evet mirim... En büyük delilik, sevda ve aşkttır. Ancak öyle bir delilik ki onsuz da olmaz.
- Dağlar, vatanının dağları; yerle gök arasındaki köprü, sevginin, düşün, aşk hayallerinin köprüsü. Onun dağları, yaralı yüreklerin ilacı, susamış, kuru boğazların suyu, açların ve çaresizlerin ekmeği, her şeyin pınarı, duruluğun, temizliğin, huzurun ve gerçeğin kaynağı. Dağları, evet, başı sonu olmayan derelerin, ırmakların pınarı, toprağın ve dünyanın bereketi, suların ve kokuların bereketi, tayr û tayurun, arı kuşlarının, bulbullerin stranı, aslanların, kaplanların, ayıların, kurtların korunağı, kartalların,
şahinlerin, atmacaların yuvası. Dağlar Ülkesi'nin dağları;
yüzlerce, binlerce yıldan beri yaşlı, dünün ve günün şahlanışlanyla genç, ölümsüz, sınır boylarında başı dik, asi, isyancı makamı, dengbêjlerin ağzında deyiş, şairlerin dizelerinde sözcük... Bu dağlar, bu yalçın, güzel dağlar... Umut yurduna dönen, umudun kendisi olan dağlar. - Biliyorsun, cezaevleri toplumsal
üniversitelerdir. İnsan isterse cezaevinde
kendini geliştirebilir. Bizleri
üniversitelerden aldılar, getirip cezaevine
koyular. Neden? Dünyayla, aynı şekilde
üniversiteyle ilişkimizin kesilmesini istediler tabii. Bizi cezaevinin yalıtılmışlığı
içinde dondurmak istediler. Ama zorbalar
cezaevlerinin de üniversite olduğunu
anlayamazlar.