- Babasının müziği bile karanlığın rengindeydi.
Babasının müziği bile.
İşin tuhaf tarafı, bu düşünce onu rahatsız etmek yerine ilginç bir şekilde rahatlatıyordu.
Karanlık, ışık.
Fark neydi? - Sanırım insanlar küçük yıkımları izlemekten hoşlanıyor. Kumdan kaleler, kâğıttan evler, böyle başlıyorlar. Asıl büyük yetenekleriyse işleri büyütebilmeleri.
- Valinin karısı dünyadaki benzeri kadınlardan biriydi. Onu daha önce görmüşsünüzdür, eminim. Hikâyelerinizde, şiirlerinizde, bakmayı sevdiğiniz ekranlarınızda. Her yerdeler, dolayısıyla neden burada da olmasınlar ki? Küçük bir Alman kasabasındaki bir tepede neden olmasın? Orası da acı çekmek için gayet güzel bir yer.
Mesele şu ki Ilsa Hermann, zaferini acıya dönüştürmeye karar vermişti. Acısından kurtulamayınca onu benimsemişti. - DEV KAYA GİBİ İKİ KELİME
ÖZÜR DİLERİM - Kelimelerin darbeleri.
Kelimelerin acımasızlığı. - Orağı unutun, lanet olsun. Benim asıl saplı bir süpürgeye ihtiyacım vardı. Bir de tatile.
KÜÇÜK BİR GERÇEK
Ben orak falan taşımıyorum.
Sadece hava soğuk olduğunda siyah kukuletalı bir pelerin giyiyorum.
Beni uzaktan tanımanızı sağlayan kurukafaya benzer bir yüzüm de yok. - Diğer yandan, siz insansınız; kişinin kendisine saplantılı olmasının neye benzediğini anlarsınız.
- Duden Sözlüğü'nün tamamen yanıldığı açıkça ortadaydı; özellikle de ilgili kelimeleri açısından.
Sessizlik, sükûnet ve dinginlik demek değildi; huzurla da bir ilgisi yoktu. - Tuhaf, ufak tefek bir adam vardı. Hayatıyla ilgili üç önemli detaya karar vermişti: Saçlarını diğer herkesin taradığının aksi yöne tarayacaktı.Kendine küçük, tuhaf bir bıyık bulacaktı.
Bir gün dünyaya hükmedecekti.
Genç adam oldukça uzun süre dünyayı nasıl ele geçireceğini düşünerek ve planlayarak dolaştı. Sonra bir gün aklına geldi: Mükemmel bir plan! Çocuğuyla birlikte yürüyen bir anne görmüştü. Kadın çocuğu uzun uzun azarlamıştı. Sonunda çocuk ağlamaya başladı. Annesi birkaç dakika onunla çok yumuşak bir şekilde konuştu ve sonunda çocuk sakinleşip gülümsedi.
Genç adam kadına koşarak ona sarıldı. "Kelimeler!" diye sırıttı.
"Ne?"
Ama cevap gelmedi.
Adam çoktan gitmişti.
Evet, Führer dünyaya kelimelerle hükmetmeye karar vermişti. "Asla silaha sarılmayacağım," dedi. "Buna gerek kalmayacak." Ancak acelesi yoktu. En azından hakkını verelim. Hiç de
aptal bir adam değildi. İlk saldırı planı, vatanının olabildiğince büyük bölümüne kelimeleri yaymaktı.
Onları gece gündüz ekip yaydı.
Büyümelerini izledi. Zaman içinde büyük kelime ormanları bütün Almanya'ya yayıldı. Almanya artık ekilmiş düşüncelerden oluşan bir ülkeydi. - Sizi alçaklar, diye düşündü. Sizi güzel alçaklar.
Beni mutlu etmeyin. Lütfen, beni umutlandırıp bütün bunlardan iyi bir şeyler çıkabileceğini düşündürmeyin. Çürüklerime bakın. Şu sıyrıklara bakın, içimdeki sıyrıkları görüyor musunuz? Gözlerinizin önünde büyüdüklerini, içimi aşındırdıklarını görüyor musunuz? Artık hiçbir şey için umut istemiyorum. Max'in hayatta ve güvende olması için dua etmek istemiyorum. Ya da Alex Steiner'in.
Çünkü dünya onları hak etmiyor.