- "Aşk hakikiyse eğer.masallar da hakikidir ve onların hakiki olduğuna artık inanıyorum.Lütfen bana istediğiniz masalı anlatınız,inanırım.Cüceleri.büyücüleri devleri anlatınız artık inanırım.Beni sevdiğinizi anlatınız,çocuk gibi inanırım. "
- ''Her insan ancak bilmediği şeyden korkar. Korkusunu yenmek için bilmek ister. Fakat bilmesi için araması gerekir. İşte, din de bu arayış değil midir? Bununla birlikte, eğer insan bir şeyi arıyorsa, onu bulmuş ve ona kavuşmuş da değildir. Kavuşamadığı şeye erişmek için can atar. Eh! Bu da aşktır işte! Kısacası, yolumuzu şaşırmış değiliz. Korkudan arayışa, arayıştan ise aşka geçtik. Hikayeleri anlatırken, elimizde olmadan seçtiğimiz üsluba bakılırsa, daha önce geçtiğimiz yerlerden tekrar geçmiş bulunduğumuz kesin. Çünkü bu üç duyguya da çok aşina görünüyoruz. Ne korku, ne arayış, ne de aşk bizi şaşırtıyor. Bu duygular, gönlümüzde çoktan dinmiş fırtınalar gibi. Arayış bitince, aranan şey artık bir kez bulunduğu için, korku da, aşk da biter.''
- Öyle ki manometrenin kızıl ibresi kadranın yeşil tarafından kırmızıya doğru ardı ardına ölümcül darbeler indiriyor, yuttuğu onca kömürle kudurup çileden çıkmış bir kara canavara benzeyen lokomotif, kapkara bacasından kıvılcımlı kükürtlü nefesini vere vere üzerinde Frenkçe yazılar yazılı zifiri vagonları ıhlaya poflaya çekiyordu.
- Dersaadet'in kalburüstü şeyhlerinin başlarının yakılarak telef edilmeye başlanması, yüzlerce kere hâtim indirip, farzı sünneti teravihiyle binlerce rekat namaz kılarak, Hakk Teâlâ'nın cemâlini görebilmek uğruna Cennet-i Âlâ'ya göçmek için yanıp tutuşan sofu ahâliyi, helâk sırası kendilerine gelecek diye dehşete düşürmüştü. Alicenap ve hamiyetperver zât-ı muhteremler dehşet içindeyken, yedi denizin dışarı attığı cibilliyetsiz orostopollar çarşıda pazarda gönülleri ferah, keyifleri yerinde, ellerini kollarını sallaya sallaya salimen dolaşıyorlardı. Şeyh İsmail Efendi Vani Hazretleri'nin cesedi başında bekleyenlerden bazı temiz kalpliler kâtilin, işlediği onca hayır ve girdiği bunca sevaptan sonra maktulü Cennet'e tez vakitte yollamak isteyen bir hayırsever olduğunu söyleseler de, hurilerin Kevser şarabı sunduğu bu mekan, yine de palas pandıras gidilecek bir yer değil gibiydi.
- Ama bu sapanorya, padişahla akraba olduğunu iddia etmekte galiba haklıydı. Çünkü sol hayâdan gelen meni olduğu kadar sol memeden gelen süt de kendisini hânedâna dahil edebilir, Boğaz'daki yalısında, Halil İbrahim bereketi içinde, işi iş kaşığı gümüş yaşayabilirdi. Gariptir, tıngırı yolunda olduğundan bir de meslek edinip rızkını doğrultarak fiyaka yapmayı gönlü tok olduğu için gayr-i caiz görür ve öğle ezanına kadar uyanmaz, hatta zaman zaman güneşin bu vakitte doğduğunu sanırdı.
- Bir Alman alimin icadı olan ama Paşaoğlu'nun Beykoz'da cam üfleyen işçilere imal ettirip içindeki havayı tahliye ettirdiği bu tuhaf lamba, karanlıkta ortalığı aydınlatmıyor, fakat neşrettiği esrarengiz şuâ, önünde bulunan şahsın içine nüfuz edip adamın etinden geçerek arka tarafından çıkıyordu. Gel gör ki şahsın bedeninden geçen şuâ ile, adamın eti kemiği, midesi, ciğerleri, bağırsakları, arkada bir fotoğrafi aletindeki bromör darjan kaplı cam levha üzerine resmediliyordu. Öyle görünüyor ki ilim ve fen, zihniyetlerini gizlemeleri buyurulan mümin hanımlara tehlike arz edebilirdi. Hatta bu icadı işiten mütedeyyin bir terzi, hayır olsun diye kurşunla zırhlanmış feraceler dikmeye bile kalkmıştı. Ama mesire yerine gitmek üzere bu ağır elbiselerle Yemiş İskelesi'nden beş kadının bindiği kayık denize gömülüvermişti.
- İçtimaiyat tahsil etmiş, ünsüzlüğüyle ünlü bir filozof olan Bayram Envar Efendi'nin dediği gibi belki de, erkeğin kadını seçtiği bir cemiyet batarken, kadının erkeği seçtiği cemiyet refaha eriyordu.
- Mesela tasarruf ettiği parayı kendisine veren kişiyi tez zamanda zengin edeceğini vadeden simsarın yaşadığı şu apartmanı, tuğla yerine pandispanya ve harç yerine kremşanti, mala yerine krema spatulası ile sanki bir pastacı yapmıştı. Bu binanın aslında dik ve sert olması gereken pencerelerinin üzerine kremayı kavisli sıkarak yumuşacık at nalı kemerler vücuda getirmiş, hatta desteklesin diye, apartmanın sokağa taşan çıkmasının altındaki bindirmelerin bile salyongozvari olmasını münasip görmüştü.
- Hele hele, balo günleri Tötonya'nın önünde duran landodan, yumuşak omuzlarını ve fildişi boynunu gözler önüne sermiş ipek dekolte elbisesi ve ortadan ayrılıp fiyango ile süslenmiş bukle bukle alaşiyen saçlarıyla bir âhü inince, onu bakışlarıyla soyan bu uçkuruna gevşek sefihlerin gözlerinde şehevi bir pırıltı peyda olurdu. Daha iki kuşak önce dedelerinin güttüğü sığır "Oha!..." nidasının anlamını bildiği halde, karılarını karanlık bir zindan yerine kapkara çarşaflara hapseden bu namertler, kıza kavalyelik eden delikanlının onlara bakarak neden "Ohze! diye bağırdığına akıl erdiremezlerdi.
- (...) "Hayır tam tersi, pasta çok lezzetli. Suratımın kekrekliğine bakıp aldanmayın. Galata'da sirkeci Karailyadis'in ticarethanesinde, bu kokuyu teneffüs ede ede otuz üç senedir çalışıyorum. Gençliğimde neşeli ve mütebessimdim, sirke buharı yüzünden suratım böyle oldu," diye cevap verdi. Adamcağızın hali gerçekten acıklıydı. Yaşı elliyi geçmesine rağmen hiçbir kız evi, "Ekşi suratlı!" diye onu güvey kabul etmemiş, bu yaşında döl zürriyet sahibi olamamış, ama en kötüsü, eline bir kadın eli değmemişti. Adamın hayat hikayesini dikkatle dinlerken altı bardak maden suyu içen Paşaoğlu, onun aynı zamanda maharetli bir poker oyuncusu olduğunu da öğrendi. Çünkü oyunda kartlar dağıtılırken yüzü ekşidiği için, rakipleri, adamın eline kötü kağıt geldiğine hükmediyor, ne zaman rest çekse blöf sanıp görüyorlardı. Bu istidadı sayesinde daha şimdiden pokerde bir servet biriktirmiş (...)