- "İstediği şey, eski güzel, rahat, endişesiz ve tekdüze günlere dönmekti. İnsanların dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı." (S. 90)
- "Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?" (S. 21)
- Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı.
- Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim "Gel" dememiz değil, ayrıca onların sana "Git" demeleri. Hiç kimseye "kötüdür" deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.
- Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu.
- Ustaların kılınç yapmak için saatlerce ve günlerce dövdükleri demir neden serttir, bilir misin? O, insanoğluna hemen boyun eğmez., çünkü onların, kendisiyle işleyecekleri suçları bilir. Bu yüzden de ortak olacağı günahların bedelini ateşte dövülürken peşinen öder. Zalimlerin kolları kendi erişilmez isteklerine göre çok kısadır. Tutkularının büyüklüğü onları böylece sakat kıldığından, bizim kılınç dediğimiz koltuk değneğini kullanırlar. İcat ettiğin silah işte onların tutkularını büyütecek ve zulümlerini arttıracak. Sen onların kollarını uzattın. Oysa kılınçlar yeterince uzun değil miydi?"
- Çünkü üç yaşına kadar afyon ruhuyla sızdırılan bu zavallı yavrucakta uykusuzluk illeti vardı ve yıllardır gözüne bir damla uyku girmiş değildi.Şimdi artık pek emin olmasa bile, esneyen ve yataklarında horlayan insanların bir tür oyun oynadıklarını elinde olamadan düşünüyordu. Oysa gece boyunca daracık bir döşekte gözünü kırpmadan uzanmak tarife gelmeyecek kadar sıkıcıydı. ne var ki sabah olup da gece görüldüğü söylenen düşler anlatılmaya başlandığında sohbetin tadına doyum olmazdı. Kendisine, uyuyan insanların ruhunun bedenden çıkıp uzak diyarlara gittiği, orada ilginç ve tuhaf kişiler, hayvanlar ve oyuncaklarla karşılaştığı anlatıldığında uyuyanların aslında palavra sıktığından şüphelenmeye başlamış, ama bozuntuya vermemişti. Uyku nasıl bir şeydi? Hepsinden önemlisi rüya diye bir şey gerçekten var mıydı ve insanlar sahiden onu görebiliyorlar mıydı? Çok eğlenceli olduğu kesindi.Fakat o, rüya görebilmek için uyumak zorunda olduğunu da biliyor ve her gece yatsı ezanından hemen sonra er ya da geç günün birinde uyuyacağı umuduyla yatağına yollanıyordu.Onun dünyasına aşina olmayanlar, rüya göremediği için üzülen bu oyunbaz çocuğun aslında alacalı düşler kadar renkli bir alemde yaşadığını nereden bilebilirlerdi?
- Babası bellediği adama yapılan eziyete şahit olan Alibaz'ın cinleri tepesine üşüştü. Adamcağızı boynuna bağladıkları iple Karaköy'e kadar sürükleyen yeniçerileri kayığa binene kadar izledi. Hava karardığı için kayığın ne yöne gittiğini göremedi. İskeleden doğruca karargaha koştu ve karanlıktaki cinlere, umacılara, gulyabanilere rağmen bütün gece çadırda kaldı. Bir eli cübbesinin içindeki o ünlü yatağandaydı. Sabah olunca, güvendiği kırkbeş yiğide haber saldı. Sefer vakti gelmişti. Bu acımasız dünyada artık acımasızca savaşacaklardı.
- -"Sizler, hepiniz,içinde yaşadığınız dünya, Kostantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız." dedi, "Randekar yanılıyor:Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl siler varsınız;sizler ve içinde yaşadığınız dünya."
Hüngür hüngür ağlayan delikanlı, koluna girdiği babasıyla birlikte Galata'ya doğru ilerlerken Uzun İhsan Efendi hala,
-"Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlerde dokunmak mümkün olabilir mi?" - Buna göre ölüler nasıl ki ışığı görmezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezlerdi. Ne var ki uyku, ölümün kardeşi olduğu için, uyuyan birisi karanlığı, söz gelimi gözlerini kapatmakla yetinen birinden daha mükemmel görebilirdi.