- İnternetten önce yazının bir kokusu ve tuşesi olduğu gibi bir ağırlığı da vardı. Bir söz yazılı ise yalan olma ihtimali daha düşük gibi gelirdi insanlığa. Yazı yazmak ayrıcalıktı. Derken televizyonlardaki insanların da bizi görmesi gibi bir şey oldu. Okur denilen şüpheli kişiler yazar oldular. Yazar diye bir şey kalmadı gibi oldu hatta. Herkes yazdığına göre... Herkesin yazdığı herkese ulaşabildiğine göre...Yazar kim şimdi? Kim yazar? Bu ikisi bambaşka sorulardır.
- Yazmak, neredeyse sersemliğe varan bir cürettir. Cüretkar olan kısmı şimdiye kadar söylenmemiş bir şey söyleyeceğini ya da herhangi bir şeyi hiç anlatılmadığı bir biçimde anlatılabileceğini sanmakla ilgilidir. Sersemce olan kısmı da bu bütün cüretin peşinden gitmektir. Ama tıpkı insanoğlunun bütün yaşadıklarına rağmen doğmaya devam etmesi gibi mucizevi bir inat da vardır bu işte. Çünkü her seferinde biri çıkar ve insanı mutlak bir isabetle anlatabileceğini düşünür. Hatta kimilerinin insanı değiştirecek cümleler kurmak hayali bile vardır. Doğrusu yazı yazanın bu pek insanca inadı için elinde yeterince neden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü tarih boyunca insanın tanıklık ettiği en büyülü şeydir söz.Tanrıya inanıyorsanız onun insanın kalbine dokunmak için başka şeyleri değil, sözü seçtiğini bilirsiniz. İnanmıyorsanız sözün tanrı gibi sınırsız bir büyüyü bile yaratacak kadar büyük olduğunu bilirsiniz. Her iki durumda da söz insanoğlunun her seferinde hayatını adayacağı kadar kuvvetlidir.
- Sigara dumanı resim gibi duruyor havada. Raki içilmeyecekse kavunla peynir niye var?Sigara içilmeyecekse yağmurla çay? Madem aşık olunmayacak, kadınlar ve adamlar niye? Madem büyük yanlışlar ve maceralar olmayacak, niye hayat?
- Hepimiz, içinde dün, dışında yarın olan pencere camları gibiyiz. Aynı anda dünün ve yarının görüntüleri yansıyor üzerimize. Bugün, saydam; yok gibi. İki görüntünün birbirine karıştığı saydam bir an gibiyiz...
- "Anne, unutmamakla Hatırlamak aynı şey, de mi?"
- Kokuları bir tek ben biliyorum bence. Mesela anneannem çok güzel koktuğunu bilmiyor. Onun odası da anneanne kokuyor. ''Ay aman geçmiş gün, unuttum gitti şimdi'' kokuyor anneannemin kapısının arkasında asılı tülbentler. Misafirlik terlikleri ''İlahi! Çok yaşa e mi!'' kokuyor. Çekmecesi pudra kokuyor, geceliği pötibör bisküvi. Gözünü kapatınca insanı güldürür. Dikiş makinesi tıkır tıkır kokuyor, öğlen uykusu gibi. Zetina o,kahverengi kokuyor, şekerli yağ gibi.
- Zaman'ın tozunu tutmuyorsan bedelini ödersin.
- "Dönüşün bir noktasında bazı atomlar, kapıldıkları anafordan bağımsız hareket etmeye başlarlar. Çünkü bazı atomlar diğerlerine göre daha çabuk yorulur, yavaşlar. Düzen dediğimiz şey, bu yorgun atomla kurulur. Dönmeye, hareket etmeye devam edenler çekirdeği oluşturur, yorgun atomlarsa kabuğu. İşte binalar, hayat, köprüler, sistemler, bankalar, evlilikler, aklına ne geliyorsa işte, bu kabuk üzerine kurulur. Düzen, ölüme yakın bir bitkinlik üzerine kurulur.
- Bu ülke böyle be Ali! Özür dileyerek bile utandırır insanı. Seni utandıranlar hiç utanmaz ama...
- Annemle babam pencerenin önünde dururken yüzleri camda göründü. Camdaki kendilerine baktılar onlar. Sonra annem camdaki babama baktı, babam camdaki anneme baktı. Birden kapattılar perdeyi. Anladım ben babam neden perdeyi kapattı Hüseyin abilerin düştüğü gece. Çünkü insan karanlık olunca camda kendini görüyor. Karanlık kendini görüyor insan. Biraz korkunçlu bir şey o.